TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

.
   
  ELMA DİYARI KAYADİBİ....
  Çağ ve Nesil Serisi
 
                                                                ÇAĞ VE NESİL SERİSİ

                Çağ ve Nesil Serisi Düşünceleri duru, seciyeleri temiz, vücutları dinç, gözleri keskin, bakışları berrâk; yürekleri topyekün insanlığa karşı insanî hislerle dolup boşalan, kendi millet ve çevrelerine karşı da sevgi, merhamet ve hoşgörüyle çarpan zirvedeki ruhlar, dünden bugüne tarihi hadiselere yön vermiş, tarihin yükünü ense kökünde taşımış bir düzine kudsîlerdir ki, zaman, onlar ve onların sundukları mesajlarla itibârilikten çıkarak değer kazanır, mekân ve mekânın bağrındaki kara delikler onların aydınlık düşünceleri sayesinde cennet koridorları haline gelir. Yüksek mefkûrelere gönül verememiş; kendini ulvî gayelere göre ayarlayamamış; basit düşüncelerin karanlık ve zıdlarla dolu atmosferinden çıkamamış; görüp duyduğu, okuyup düşündüğü şeylerle yeniliklere ulaşamamış ve insanlara karşı içindeki iştiyak ve sevgi ateşini körükleyip coşturamamış ham ruhlar, hayatta olsalar dahi yaşamış sayılmazlar. Delikanlılık çağında ve mektep sıralarında iken hemen her genç, millete hizmet aşkı ve vatan sevgisi gibi duygularla sık sık gerilir, toplumun yaralarını sarmaktan bu ülke ve bu ülke insanını yükseltmekten dem vurur; hissizliğe ve hareketsizliğe ateşler püskürür durur... İnsan mahiyetinde, geceler gündüzlerle iç içe; kömür, elmasla yan yana; aydınlık, karanlığın arkasında; kin ve nefret, sevgiyle yaka paça; hürriyet, esarete karşı bitmeyen bir kavga içinde; şekilcilik, ihlas ve aşka pusular kurmakta; hakikat, bâtılla hesaplaşıp durmaktadır. Sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi evvelâ bütünleşebildiği her rûhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sevgiden mahrum bu sîneler, bir türlü egonun karanlık labirentlerinden kurtulamadıkları için, kimseyi sevemez, sevgiyi sezemez ve varlığın sînesindeki muhabbetten habersiz olarak kahrolur giderler. Çocuk, ilk defa dünyaya gözlerini açtığı zaman sevgi ile karşılaşır, şefkatle gerilmiş ruhları görür ve muhabbetle atan kalplere sırtını vererek büyür. Daha sonraları ise, bu sevgiyi bazen bulur bazen de bulamaz; ama bütün bir hayat boyu hep o sevgiyi arar ve onun arkasından koşar. Güneşin çehresinde sevginin izleri vardır. Güller, çiçekler sevgiyle gerilir ve gelip geçenlere tebessümler yağdırırlar. Yaprakların bağrına taht kuran jaleler, durmadan çevrelerine sevgi dolu gamzeler çakar ve sevgiyle raks ederler. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir ve birleşir; kuşlar ve kuşcuklar sevgiyle cıvıldaşırlar ve sevgi koroları teşkil ederler. Her varlık, kâinattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekte, irâdî ve gayr-i irâdî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır. Diğergamlık ve başkaları için yaşamak, insanoğluna âit yüksek bir duygudur ve kaynağı da sevgidir. Aslında her gün iç dünyalarında ayrı bir sevgi meşalesi tutuşturup, kalplerini sevginin, mürüvvetin meşcereliği hâline getiren ve duygu dünyalarında açtıkları yollar ve tünellerle bütün gönüllere girmesini bilen bu çalımlı ruhlar, öyle yüksek bir divandan “ebed-müddet” yaşama hakkını almışlardır ki, değil ölüm ve fânilik, kıyametler dahi onların çiçeklerini solduramaz ve kadehlerini deviremez. İnsanların gönüllerini fethetmek için en kestirme yol sevgi yoludur. Ve sevgi yolu peygamberler yoludur. Bir kere de sevgi yoluyla gönüllere girildi mi, artık halledilmedik hiçbir mesele kalmaz. Ne mutlu sevgiyi kendine rehber yapıp yürüyenlere! Yazıklar olsun, ruhundaki sevgiyi sezemeyip bütün bir hayat boyu kör ve sağır yaşayan talihsizlere! Ey yüceler yücesi Rabbim, kinlerin nefretlerin, gecenin koyu karanlıkları gibi dört bir yanı sardığı günümüzde, Sen’in sevgine sığınıyor, şu fevkalâde haşerî ve alabildiğine azgınlaşmış yaramaz kullarının gönüllerini, muhabbet ve insanî duygularla doldurman için son bir kere daha kapında inliyor ve iki büklüm oluyoruz. Nesillerimizi, bu yüce ufka, lâkaydîlikten, yılışıklıktan kurtarıp ideâlist kılmakla; gülme ve eğlenmenin yerine, biraz olsun çile ve ızdırabı çekmeyi öğretmekle; nefisperestlik ve şahsî menfaat düşüncesinden sıyırarak millet ve vatan sevgisini aşılamakla ulaştırabiliriz. Yoksa kendi gibi düşünenleri sevmek ve saymak, samimi ve insanca bir sevgi ve saygı değil, bir bencillik ve insanın kendi kendini putlaştırması demektir. Bunun içindir ki, geleceğin mimarları, kuracakları dünyayı, insanlık sevgi ve saygısına dayalı bir manâ ve “görünüm” içinde kurma mecburiyetindedirler. Evlât, ananın vücudundan bir parça, kucaklarda “gönül yakan sevgili”, emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sîneyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak... Bütünüyle sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma, milletin itibarî varlığına âileden akseder ve böyle bir millet, milletlerarası muvâzenenin, cihan sulh ve salâhının şâhit ve nâzırı durumuna yükselir; eşyâ ve hâdiselere hükmeder hâle gelir. Evet, o, haksızlık yapmayacağı; hâin olmayacağı; intikam, kin, nefret, kıskançlık gibi düşüncelerden hep uzak kalacağı içindir ki; ekseriya, çevresinde hürmet ve sevgi karışımı bir meltemin estiğini hissedecek ve dâima mutlu olacaktır. O, ailesine, vatanına, milletine, hatta bütün varlığa karşı duyduğu sevgi ve alâka ile kenarı olmayan bir muhabbet deryasında, sonsuz hazlar duyacak ve daha cennete girmeden cennet zevklerini yaşayacaktır. Sînesini en yüksek mefkûre ve insanlık sevgisiyle donatanlardır ki, kalbin enerji balansını düzeltmiş, duygularını en ulvî hedeflere doğru kamçılamış ve kendi içlerinde ölümsüzlüğe ermişlerdir. İnanç ve ümîdin, hizmet ve sevincin, sevgi ve insanlığın rengârenk birer çizgi hâlinde billûrlaştığı bu çehreleri, mesut ülkenin koruyucu melekleri sayıyor ve alkışlıyoruz. Bir sarhoş, Allah ve Rasûlü’ne karşı duyduğu engin sevgi sayesinde silkinip bir hamlede maiyyet-i nebeviyeye ulaşmış.. Biz hepimiz, bir ömür boyu sevgi ve saygı bekler, hoşgörü ve müsamaha umar, civanmertlik ve muhabbet hisleriyle kucaklanmak isteriz. Allah’tan başkasına gönül vermemiş ve gözlerinin içine başka hayâl girmemiş bu iman ve itminân insanları, gönüllerde birikmiş sevgiyi sarfedecek sîne arar, mabedin her yanında muhabbet ve alâka esintileri uyarır, sonra da Hakk mihmandarlığına ulaşmış bu talihli ruhlar ve gönülleri “gıll u gış” adına her şeyden arınmış bu insanlar: “Bizi bu saadetlere eriştiren Allah’a hamd olsun!. Hemen herkesi, kendi derinlikleriyle saran duyguları o kadar mûnis, meleklerin nezâhetini hatırlatan onların hayatları öylesine temiz, sevgiyle atan onların sîneleri o denli hassas, sesleri-solukları öyle inandırıcı ve bu saadet hissini onlara duyuran Yüce Yaratıcı onlara o kadar yakındır ki, huzurla tüten bu yakınlığın onların gönüllerinde hâsıl ettiği itmi’nân sayesinde “hep güzel görür, güzel düşünür” ve Firdevslerde yaşıyormuşçasına “hayatlarından lezzet alırlar.” Bu dünyada civanmertlik, incelik, dirilme azmi, yaşama sevgisi, mülâyemet ve diyalog; hakka karşı saygılı olma, emanet duygusu, vefa hissi, doğruluk ruhu, adalet ve istikamet düşüncesi vardır. Bu dünyanın insanları hakikî mânâdaki kin, nefret ve kavgayı lügatlerinden söküp atmış, hayatlarını sevgi, yumuşaklık ve insanlarla münasebet üzerine kurmuşlardır. Bu gidişe “dur” demek ve bu yuvarlanışı önlemek için sevgiyle çarpan, müsamaha ile oturup kalkan sînelere ihtiyaç var.. Sevgi, insan ruhuna hitap eden sözsüz-kelimesiz evrensel bir lisandır. Sevgide peygamberâne tesirin güç ve sihri vardır. Sevginin müphem nağmeleri gönül yamaçlarında her zaman bir bülbül sesi gibi duyulur ve bir beşik ninnisi safvetiyle bütün benliğimizi sarar.. Sevgi, o sımsıcak anne kucağı gibi havası ve her kapıyı açabilen anahtarlar gibi büyüsüyle, bütün varlığın usâresini ve her türlü ledünnî alâkanın mânâsını gönüllerimize boşaltan bir sihirli musluktur. Gönüller, sevginin dirilten havasını teneffüs ettikleri, sevgi çağlayanlarında arındıkları, sevgiyle sarmaş-dolaş oldukları, sevgi kokladıkları ve sevgi solukladıkları nisbette, insan olmadaki engin derinlikleri duyar ve duyurur; sonsuzluğa namzet olmanın sırlarını kavrar ve sevginin derinliğine göre muhabbet ve alâka halkaları, genişleye genişleye topyekün varlığı kaplar; hatta gider tâ sonsuza ulaşır, sonsuzun rengini alır ve her yerde “O’ndan ötürü” deyip çevresine sevgi ve iltifat yağdırırken, her yerde bundan ötürü aranan, sevilen biri haline gelir. Sevgi, bizden önce de vardı. Biz burada, sevgi adına, eski bir perdenin yeni bir şivesini, eski bir nağmenin yeni bir usûlünü, az bir telaffuz farkıyla, basit bir üslup kaydırması yaparak, kin, nefret, iğbirar ve üslup çığırtkanlığını tadil eder mülâhazasıyla bir kere daha mırıldanmak istedik.. İnsan, sevginin o “sehl-i mümtenî” büyülü yoluna bir kere giriverse, başkaları için aşılmaz görülen gayzın, nefretin en sarp tepelerini aşar.. İnsanların intikam ve düşmanlığa yenik düştüğü, yığınların boğuşma ve kavgaya sürüklendiği, hakkın, kuvvet karşısında susturulduğu ve kuvveti elinde bulunduranların, kendileri gibi düşünmeyenlere Tiran’lar gibi davrandığı, zalimlerin, gaddarların alkışlandığı, iltifat gördüğü, mazlumların, mağdurların itilip-kakıldığı, itilip-kakılırken de sarsık, ama ümitli bir bekleyiş içinde bulunduğu günümüzde her şeyden evvel ve her şeyden sonra bir kere daha “sevgi” diyoruz. Diyor ve sevginin hayatımızın ritmini değiştireceğine ve bizi alelâdeliklerden fevkalâdeliklere, basitlikler içinde bocalayıp durmaktan seviyeler üstü seviyeye yükselteceğine inanıyor ve ilk çocukluk dünyamızda duyup-yaşadığımız o dupduru hülyaları bir kere daha yakalayacağımız ümidini besliyoruz. Biz, duygu ve düşünce ufkumuzu, sevgi, saygı ve anlayışla donatabildiğimiz ölçüde, zannediyorum çevremiz de farklılaşacak.. Keşke, iman ve iman içindeki o derin sevgiye ilkler gibi biz de uyanabilseydik. Hemen herkesin kendi ruh enginliklerinde sezebileceği bu tat, bu neşve doğrudan doğruya Sevgililer Sevgilisi’nden geliyormuşçasına, temas ettiğimiz her şeyde, içimizde köpüren her duyguda, dilimizden akan her beyanda bir sonsuzluk televvünü duyar ve bir âb-ı hayat yudumluyor gibi oluruz. Vuslat gecesinden daha değerli, sabah aydınlığından daha neşeli günlerin esintileriyle pürheyecan oturup kalktığımız ve gece ile gündüzün savaşının aydınlık lehine gelişmeler gösterdiği; ilâhi rahmet ve sevginin sağnak sağnak başımıza boşaldığı; zerrenin güneş, damlanın derya olma yoluna girdiği; aczin aynı kuvvet, fakrın servetler üstü servet seviyesine ulaştığı; gökler ve yer arası diyalogun yeniden canlandığı şu günlerde, şeytâni ruh ve şeytâni şerârelerin harekete geçtiği de bir gerçek. Kudsiler de en az anarşist kadar, hatta onun da önünde ve tabii, insanlığı, sevgisi, aşkı, müsamahası ve temsil zenginliğiyle hayatın her biriminde bulunmalıdır ki, toplum anarşi virüsüne karşı yalnız bırakılmamış olsun. Zaten, her zaman Allah diyen, sevgi diyen, şefkat diyen ve iradesini Sonsuz’un iradesiyle bütünleştiren hak erlerinin başka türlü olmaları da düşünülemez. Bu ülke insanı, o esâtiri haline bürünerek, gökler ötesinden gelip gönlüne dökülen sevgi ve müsamaha tayflarıyla âdeta bir sükûnet ve huzur faslı yaşayacaktır. İhtimal ki şimdilerde, birer ümit, birer heyecan olarak duyduğumuz bu şeyler, gelecekteki hayatımız adına bize üst üste direktifler yağdırarak, gönül yamaçlarımızı sevginin, aşkın ve müsâmahanın yeşerdiği birer altın çayır haline getireceklerdir. Bu itibarladır ki, önümüzdeki yıllarda, dini ve milli kültürümüzün fidelerini dikme ve yetiştirme misyonunu yüklenenler, evvelâ inanç mihrabına yönelmeli, sonra da sevgi minberine yürüyüp, muhabbet soluklarını dünyanın her tarafına duyurmaya çalışmalıdırlar. Bizim, şuurlu bir hizmet ve ihatalı gayretlerle, bu dünyanın içinde, huzurla, emniyetle, sevgiyle esen bir başka dünyanın meydana geleceğine ve hayatın gerçek saadet çizgisini bulacağına inancımız tamdır. Ve tabii, gelecekteki nesillerin, para, ikbal, şöhret, makam ve her türlü iştihanın çok üstünde bir büyük sevgiye müteveccih olacağına da.. Bu kahramanların sevgiyle tüllenen ışıktan düşünceleri, büyük çoğunluğun ruhlarını sardığı gün tabakât-ı beşer çapındaki fırtınalar dinecek, hasret ve hicranlar sona erecek.. Böyle bir mülâhazalar dünyasında sabahlar, cennete ilk adım atışın mest ü mahmurluğu içinde; öğlenler, Sevgiliyi temâşâ ile günün yorgunluğunu atma hazzıyla; akşamlar, bir alaca karanlık içinde vuslata yürüme neşvesiyle; geceler, halvetin idrâkler üstü güzellikleriyle tüllenir ve her biri ayrı bir tat, ayrı bir neşe ile gelir-geçer gönül ufkumuzdan. Kim bilir, belki de böyle bir sessizleşme, güven, sevgi, itibar ve herkesi kucaklama yolunda en beliğ sözlerden daha anlamlı tesirler icrâ ediyordur. Artık ruhların aradığı haz denizine ermiş bu talihliler, her an gönül gözlerinde ayrı bir büyü ile tüllenen ledünni güzellikleri ve Sevgili’nin bakışlarında açılan çiçekleri, O’nun cemâlinden akseden ışık huzmeleri gibi duyarlar.. Bu ruh hâletiyle, hayatı daha değişik duyar, daha içten sever, çevrelerinde O’nunla irtibatlandırabildikleri her şeyi rikkatle kucaklar, sevgiyle okşar ve tıpkı bir gül gibi koklarlar. Ama ne acıdır ki, bugün bağnazlık ve ihtiras bazılarının gözlerini kör ettiğinden aklın bedahetine rağmen çokları gül ararken dikenlere takılmakta ve sevgi arkasında koşarken nefretlere körük çekmekte.. Yeryüzü, insana insanca davranmayı, insani değerlere saygılı olmayı, sevgiyi, aşkı, müsamahayı dinlerle, hususiyle de İslam diniyle tanımıştır. Bilhassa İslam’ın kitabı Kur’ân, insafla mütâlâa edilebilse O’nda, ilim aşkı, insan sevgisi, adalet duygusu ve nizam düşüncesinin nümayan olduğu müşahede edilecektir Burada eşyâ o kadar çarpıcı, o kadar sıcak; dört bir yana canlılık dağıtan hava öyle lâtif, öyle temiz; bizleri ipek gibi yumuşak kollarıyla saran atmosfer öyle şefkatli, öyle duygulu; ötelerden göz kırpan yıldızlarıyla, uyuyan hislerimizi uyaran gökyüzü o kadar muhteşem, o kadar büyüleyicidir ki, görüp uyanmamak, uyanıp arkasındaki şefkatli eli hissetmemek, hissedip sevgi ve mutluluğa ermemek mümkün değildir. Gönüllerimiz Mutlak Sevgili’nin ateşten şîvesiyle dolar ve artık bütün sesler kesilir; duyulup hissedilen sadece ve sadece O’nun varlığından akseden ışıkların gölgelerinden ibaret kalır. Sonra da hayret ve hayranlığın hasıl ettiği sevgi ve mehâbetle ruhun ilk kaynağına yönelir ve itminan soluklar. İşte bu noktada duygular aradığı hazlara erer, ruh vuslat kapısının aralandığını duyar ve her tarafa ışıklar halinde sevgi yağmaya başlar, derken, gönüller hayret ve hayranlıkla yutkunur kalırlardı. Sevginin inançla bütünleştiği, inancın mârifete kanat açtığı ve mârifetin ruhânî zevklere ulaştığı duyulurdu. Bütün kinleri, nefretleri, bencillikleri bir el darbesiyle Kaf dağının arkasına fırlat ve sîneni sevgiye, insanlığa, mürüvvete aç! Kafa ve vicdânın gerçeğin bilgisinden, gönlünde îman ışıklarından mahrum olursa, kötü düşüncelerden kurtulamaz, inanç, insanlık ve sevgi gibi yüksek değerlere giden yolları bulamazsın... Hak sevgisine halk alâkasına seyâhat eden kervanlar, hep bu duraklardan hareketle, bu güzergâhı takiple yollarına devam etmişlerdir. Küçüklerine sevgi, büyüklerine hürmette kusur etme! Her zaman aşkın, sevginin, vefânın yumuşak iklimine koş, onların yumuşatıcı te’sirlerine mutlaka itimât et! Artık onlara göre; tavanı, tabanı inançtan, sevgiden ve rûhânî zevklerden meydana gelen geceler ve onlardan fışkıran sesler, soluklar; şöyle böyle sezilen hareketler, düşündüren sükûtlar hepsi de o kadar mûnis, o kadar rûha yakındırlar ki, insan bu zevkli refakati bir ömür boyu yaşasa hazzına doyamaz... Hususiyle, bütün bir hayat boyu hep zirvelerde yaşamış olanlar için, o istikbâller, o şaşalı merâsimler, o riyâkârca iltifâtlar, o yüksek değer atıfları, o el pençe divan durmalar, o inim inim etrafı inleten alkışların birdenbire kesilmesi, onların beyinlerinde inip kalkan öylesine öldürücü darbelerdir ki, böyleleri için ölüm çok defa yolu gözlenen bir sevgili haline gelir. Hülyâlarıyla bu âlemde, uzun süre kalmayı başaranlar; sevdâsıyla yanıp tutuştukları, hasretini vicdanlarında duydukları hakiki sevgilinin vuslatına erer ve bu tatlı rüyâdan uyanmak istemezler... Yeni insan, bütün varlığa karşı sevgiyle dopdolu ve insani değerlerin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Hakikat sevgisinin bir yanını ilim, diğer yanını da din teşkil eder. Evet, bilgiç görünen dimağların yosununu, dine taraftar gibi görünen düşüncelerin de pasını silecek bir iksir varsa, şüphesiz o da Allah aşkı, O’ndan ötürü bütün varlığa sevgi ve hakikat aşkıdır. İnsanları Allah sevgisine ve varlıkla münasebete taşıyan hakikat aşkını, yeryüzü, peygamberlerle tanıdı ve benimsedi. Hazreti Mesih, insan sevgisine dayalı bir hayat şiiri besteledi ve bu duyguyu değişik şekillerde seslendirerek misyonunu sürdürdü. İnsanlığın İftihar Tablosu, Fuzûlî’ce bir nefesle ifade edecek olursak, “Aşıklar leşkerine mîr-i livâdır sühanım (sözüm)” diyerek dünya evini şereflendirdi ve ömür boyu da hep sevginin sesi-soluğu olarak inledi durdu.. Bu ilâhî sevgi önü alınmaz bir aşkınlığa ulaşınca da, gözü aşk u muhabbetin öteler televvününde ukbâya yürüdü. Böyle bir dünyada sabahlar, yolu beklenen birer misafir gibi kapımızdan, penceremizden içeriye akar; akşamlar, birer sevgili gibi gelir halvet hânelerimizde yanımıza oturur; geceler, Dost’la vuslatın çağrışımlarıyla çınlar durur.. Sevgi yaşatan bir iksirdir; insan sevgiyle yaşar.. Sevgiyle mutlu olur ve sevgiyle çevresini mutlu eder. İnsanlık sözlüğünde sevgi bizim canımızdır; biz birbirimizi onunla hisseder, onunla duyarız. Allah, insanları birbirine bağlama konusunda sevgiden daha güçlü bir irtibat unsuru, bir zincir yaratmamıştır. Aslında dünya, köhne bir harabeden ibarettir, onu taptaze ve canlı kılan sevgidir. Kimsenin intihâbına ihtiyaç duymadan gelip gönüllerimize taht kuran bir sultan varsa o da sevgidir. Dil-dudak, göz-kulak onun bayrağını çektikleri ölçüde birer kıymet ifade ederler; sevgi ise kendinden kıymetlidir. Sevginin otağı sayılan gönül onun sayesinde kıymetler üstü kıymete ulaşmıştır. Sevgi sancağının gidip önünde dalgalandığı kaleler, kan dökülmeden fethedilmişlerdir. Sevgi askerlerinin ulaşabildiği yerlerdeki sultanlar, muhabbet çerisinin sıradan birer neferi haline gelmişlerdir. Biz, gözlerimizde sevginin zaferleri, kulaklarımızda onun davulunun, kösünün sesi bir atmosferde yetiştik. Sevgiyle o kadar içli-dışlı olduk ki, neticede hayatımızı bütün bütün ona bağlayıp ruhumuzu da ona adadık. Artık biz yaşarsak sevgiyle yaşar, ölürsek sevgiyle ölürüz. Bizim harb u darbimizde güm güm sevgi davulunun sesi duyulur; sulh u sükunumuz da yine sevgi mehteriyle şölenleşir. Binbir fenalığın kol gezdiği şu fevkâlade kirlenmiş dünyada, her zaman temiz kalabilmiş bir şey varsa o sevgi, onca sararıp solan gül endam şeylerin yanında hiç renk atmadan güzellik ve cazibesini koruyabilmiş bir dilber varsa o da yine sevgidir. Varlık bilinip görülme fitilinin, sevgi çerağından tutuşturulması sonucu meydana gelmiştir. Eğer Hakk’ın yaratma sevgisi olmasaydı, ne aylar, ne güneşler ne de yıldızlar meydana gelirdi. Kâinatlar birer sevgi şiiri, yerküre de bu şiirin kâfiyesidir. Tabiat kitabı ve eko sistemde her zaman sevginin gür solukları duyulur. İnsanlar arasında her zaman revâcını koruyan bir akçe varsa o da sevgidir.. Ve sevginin değeri kendindendir. Sevgi, en saf altınla bile tartılsa ondan ağır gelir. Altın da, gümüş de değişik borsa ve piyasalarda her zaman değer kaybedebilirler ama; sevginin kapıları her zaman bütün olumsuzluklara kapalıdır ve hiçbir haricî müdahale onun iç ahengini bozamaz. Bence, canavar ruhları uysallaştırmanın biricik iksiri de yine sevgidir. Dünyevî zenginliklerin tesir alanının dışında nice problemler vardır ki, sevginin büyülü anahtarından başka hiçbir şeyle çözülememiştir. Zaten, dünyada hiçbir değerin, sevgiye karşı koyması ve onunla rekabet etmesi de mümkün değildir. Evet, maddenin patronları, onca gürültü, patırtı, şov ya da ihtişama rağmen gün gelmiş sermayeleri bitmiş, pazarları sona ermiş, ocakları sönmüştür ama, sevginin çerağı her zaman par par yanmış ve ışık olup bütün gönüllere, ruhlara akmıştır. Muhabbet rahlesi önünde diz çöküp ömrünü sevgi meşk etmeye adamış talihliler, hiçbir zaman sözlüklerinde, kine, nefrete, gayza, komploya yer vermemiş ve ölümleri pahasına da olsa düşmanlığa başvurmamışlardır; vurmazlar da. Onların muhabbetle iki büklüm olmuş boyunları her zaman sevgiye selam durmuş ve sevgiden başkasına kıyam etmemiştir. Hele onlar birer sevgi küheylanı gibi şahlandıklarında, düşmanlık duygusu saklanacak in aramaya durmuş; nefret, gayzından çatlamış; kin, öldüren bir yutkunmaya dönüşmüş ve komplo gelip sahibinin boynuna dolanmıştır. Bugüne kadar şeytanın en tehlikeli oyunlarını boşa çıkaran bir büyü varsa o da sevgidir. Nebiler; firavunların, nemrutların, şeddatların gayız ve öfke ateşlerini sevgi kevserleriyle söndürmüşlerdir. Bütün hak dostları, şirazesi kopmuş bir kitabın eczası gibi şuraya-buraya saçılmış disiplinsiz ve âsi ruhları sevgiyle biraraya getirmiş ve insanî münasebetler alış verişinde buluşturmuşlardır. Sevginin gücü her zaman Hârût ve Mârût’un sihrini bozacak kadar aşkın olmuş ve cehennem ateşini söndürecek kadar da tesirli. Bu itibarla da sevgi silahına sahip olan birinin artık bir başka silaha ihtiyaç duyacağını sanmıyorum.. Evet sevgi, namlusundan fırlamış mermi ve top güllelerini bile tesirsiz hale getirecek kadar güçlüdür. Bunu yapabildiğimiz takdirde, hemen herkes, kendinde mevcut olan cevherler adesesiyle, diğer insanlarda bulunan derinlikleri, enginlikleri, zenginlikleri sezip duymasının yanında bütün bu önemli mevhibelerin hakikî sahiplerine bağlanmasını da bilir ki, bu da, bütün varlık aleminde görülen güzellik ve cemâl, sonra da sevgi ve alâka adına ne varsa hepsi O’na ait demektir. Gel gel bize katıl da sevgi kapısından içeriye giriver, giriver ve evimizde bizimle beraber otur... İman, marifet, muhabbet, ruhanî zevkler ona kalbi kadar yakın; insanları sevme, herkesi kucaklama, iyilik duygusu ile oturup-kalkma, hayatını başkalarını yaşatmaya bağlama, kötülükleri iyiliklerle savma, sevgiyi sevip ruhundaki düşmanlık duygusuna karşı her zaman savaş vaziyetinde bulunma ona kendi ruhunun sesi-soluğu kadar sıcak; hırs, kin, nefret, şehvet, iftira, yalan, tezvir, riya, komploculuk, çıkarcılık, bencillik, korkaklık, şöhretperestlik.. İnsanlığını koruyup geliştirmiş olanlara karşı sevgi ve alâka onların hakkı; berikilerine karşı gösterilecek muhabbet ve alâka da onları fena duygu ve tutkuların esaretinden kurtarma şeklinde olmalıdır. Bugüne kadar düşmanlıklarla bir türlü açılmayan gönül kapılarının, mutlaka muhabbetle açılacağına öylesine inanmışlardır ki, sevginin en küçük bir parçasını dünyalara değiştirmezler. Günümüzde, değişik fırtınalar ve türlü türlü illetlerle sarsık bulunan bu dünyanın, o eski tül pembe günlere, mehtaplı gecelere, buğu buğu sevgiyle köpüren geleceklere ve dirilişleri dirilişlerin takip edeceği çağlara ulaşması da bu kahramanlar sayesinde gerçekleşecektir. Çehrelerinde evliyâ, asfiyâ ve enbiyânın boyası, ruhlarında alev alev ebediyet humması, uğradıkları her yere mesîhî bir ruhla peygamberlerin sevgi, aşk ve muştularını götürüyor ve dört bir yanda tarihin bin senelik ruh ve mânâsını seslendiriyorlar. Gönüllerinden işe başlayarak, her bucakta iyilik, güzellik fidelerinin boy atıp gelişmesine ortam hazırlar ve Râbiatü’l-Adeviyye felsefesiyle, zehir olsa da, herkesi ve her şeyi şeker-şerbet gibi kabul eder; üzerlerine kinle, nefretle gelenleri bile tebessümlerle ağırlar ve en mütecaviz orduları sevginin yenilmeyen silahıyla püskürtürler. Bu açıdan da o, bizden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, her zaman bize bizden daha yakın olacak ve gönüllerimizin en mûtenâ yerinde hep bir sevgili gibi kendisini hissettirecektir. Kim nasıl düşünürse düşünsün, ben gözlerimi yummuş hep sağanak sağanak sevginin yağdığı, herkesin sevgiyle oturup sevgiyle kalktığı o günleri tahayyül ediyor ve talihime gülücükler gönderiyorum. Ben bazen, bir koltuk üzerine oturur; bir yandan şelâleye bakar, bir yandan da ağaçların, çiçeklerin nazlı nazlı salınmalarını seyreder ve hayâlî resimlerle, aradaki boşluğu da doldurup, terastaki bu raks ve cümbüşün yerdeki ağaçlarla bitevîliğe erdiğini tahayyül eder ve hepsinin bir bütünlük içinde el ele, omuz omuza verip “Yâ Hû” dediklerini, yatıp- kalkıp çevrelerine gülücükler yağdırdıklarını hayâlen duyar; îmânın sevginin duvarları nasıl genişlettiğini, mânâsız gibi görünen şeyleri nasıl mânâlandırdığını, mütenahiyi ne denli ebâda sığmaz hâle getirdiğini düşünür ve Rabbime şükrederdim. Hep bu espri içinde oturup-kalktık ve herkese kadeh kadeh sevgi sunduk; ihtimal, ifratımız bazılarının başlarını döndürdü ki, sevgiye nefretle mukabele etmeye başladılar her fırsatta sînelerimizi açıp, insanî duygu ve düşüncelerimizi gözler önüne serdik. Sevgi çağlayanlarımızdan herkesin istifade etmesi için değer değmez kriterlerini müzakere konusu dışında bırakarak kriterler üstü yaşamaya çalıştık. İşte, yıllar ve yıllar boyu hep bu derûnî hislerle sevgi kurnalarımızı sonuna kadar açık tutarak, belli bir zaman dilimi itibarıyla kinle, nefretle, düşmanlıkla, gayzla, komplo duygusuyla kirlenmiş bir zeminde muhabbet fidelerinin çoğalıp, gelişip her yanı saracağı hülyalarına kapıldık. Milyonlar, bu masmavi mefkûrenin büyüsüne kapılarak, her yerde sevgi mırıldanmaya başladı. Öyle ki, bu sevgi sağanağı zarûret ölçüsünde bir beklentiye bağlandığından, başlangıçta küçük bir iki sızıntıdan ibaretken, zamanla bir çağlayana dönüştü; dönüştü ve hemen her kesimin ümit dünyasında yepyeni bir dirilişin remzi olarak anılır oldu. Öyle ki, Kudreti Sonsuz, bir kısım sıradan, düz insanlara, gönüllerin kapılarını ardına kadar açtı ve sevgi saltanatında onlara âdeta Süleymanlık bahşetti; bahşetti de kinin, nefretin, kavganın temsilcisi bütün şeytanî ruhlar, geçici de olsa şoka girdiler ve ifritten emelleri ile hezeyan yaşamaya başladılar. Her yerde ışık karanlıkları boğuyor ve her yerde kinin, nefretin uğultularının yerini en ince tellerden nağmelerle sevgi ve insanî münasebetler alıyordu. Biz de, son bir kez daha “cebrî lûtfî”, kendi afv u safh çerçevemizde kalarak, herkesi sevgiyle kucaklama ahd ü peymanımızı bozmamış oluyorduk. Üç beş günlük bir dünya için baş yarmayacak, göz çıkarmayacak, kem söz söylemeyecek, gönül kırmayacak ve Yunus edasıyla herkese sevgi çağrısında bulunacağız; bulunacak ve milletimize karşı münasebetlerimizde hep şu sözlere bağlı kalacağız: “Senelerden beri çektiğim bütün ezâ ve cefâlar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musîbetler, hepsi de helâl olsun!. Çağ ve Nesil Serisi Düşünceleri duru, seciyeleri temiz, vücutları dinç, gözleri keskin, bakışları berrâk; yürekleri topyekün insanlığa karşı insanî hislerle dolup boşalan, kendi millet ve çevrelerine karşı da sevgi, merhamet ve hoşgörüyle çarpan zirvedeki ruhlar, dünden bugüne tarihi hadiselere yön vermiş, tarihin yükünü ense kökünde taşımış bir düzine kudsîlerdir ki, zaman, onlar ve onların sundukları mesajlarla itibârilikten çıkarak değer kazanır, mekân ve mekânın bağrındaki kara delikler onların aydınlık düşünceleri sayesinde cennet koridorları haline gelir. Yüksek mefkûrelere gönül verememiş; kendini ulvî gayelere göre ayarlayamamış; basit düşüncelerin karanlık ve zıdlarla dolu atmosferinden çıkamamış; görüp duyduğu, okuyup düşündüğü şeylerle yeniliklere ulaşamamış ve insanlara karşı içindeki iştiyak ve sevgi ateşini körükleyip coşturamamış ham ruhlar, hayatta olsalar dahi yaşamış sayılmazlar. Delikanlılık çağında ve mektep sıralarında iken hemen her genç, millete hizmet aşkı ve vatan sevgisi gibi duygularla sık sık gerilir, toplumun yaralarını sarmaktan bu ülke ve bu ülke insanını yükseltmekten dem vurur; hissizliğe ve hareketsizliğe ateşler püskürür durur... İnsan mahiyetinde, geceler gündüzlerle iç içe; kömür, elmasla yan yana; aydınlık, karanlığın arkasında; kin ve nefret, sevgiyle yaka paça; hürriyet, esarete karşı bitmeyen bir kavga içinde; şekilcilik, ihlas ve aşka pusular kurmakta; hakikat, bâtılla hesaplaşıp durmaktadır. Sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi evvelâ bütünleşebildiği her rûhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sevgiden mahrum bu sîneler, bir türlü egonun karanlık labirentlerinden kurtulamadıkları için, kimseyi sevemez, sevgiyi sezemez ve varlığın sînesindeki muhabbetten habersiz olarak kahrolur giderler. Çocuk, ilk defa dünyaya gözlerini açtığı zaman sevgi ile karşılaşır, şefkatle gerilmiş ruhları görür ve muhabbetle atan kalplere sırtını vererek büyür. Daha sonraları ise, bu sevgiyi bazen bulur bazen de bulamaz; ama bütün bir hayat boyu hep o sevgiyi arar ve onun arkasından koşar. Güneşin çehresinde sevginin izleri vardır. Güller, çiçekler sevgiyle gerilir ve gelip geçenlere tebessümler yağdırırlar. Yaprakların bağrına taht kuran jaleler, durmadan çevrelerine sevgi dolu gamzeler çakar ve sevgiyle raks ederler. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir ve birleşir; kuşlar ve kuşcuklar sevgiyle cıvıldaşırlar ve sevgi koroları teşkil ederler. Her varlık, kâinattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekte, irâdî ve gayr-i irâdî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır. Diğergamlık ve başkaları için yaşamak, insanoğluna âit yüksek bir duygudur ve kaynağı da sevgidir. Aslında her gün iç dünyalarında ayrı bir sevgi meşalesi tutuşturup, kalplerini sevginin, mürüvvetin meşcereliği hâline getiren ve duygu dünyalarında açtıkları yollar ve tünellerle bütün gönüllere girmesini bilen bu çalımlı ruhlar, öyle yüksek bir divandan “ebed-müddet” yaşama hakkını almışlardır ki, değil ölüm ve fânilik, kıyametler dahi onların çiçeklerini solduramaz ve kadehlerini deviremez. İnsanların gönüllerini fethetmek için en kestirme yol sevgi yoludur. Ve sevgi yolu peygamberler yoludur. Bir kere de sevgi yoluyla gönüllere girildi mi, artık halledilmedik hiçbir mesele kalmaz. Ne mutlu sevgiyi kendine rehber yapıp yürüyenlere! Yazıklar olsun, ruhundaki sevgiyi sezemeyip bütün bir hayat boyu kör ve sağır yaşayan talihsizlere! Ey yüceler yücesi Rabbim, kinlerin nefretlerin, gecenin koyu karanlıkları gibi dört bir yanı sardığı günümüzde, Sen’in sevgine sığınıyor, şu fevkalâde haşerî ve alabildiğine azgınlaşmış yaramaz kullarının gönüllerini, muhabbet ve insanî duygularla doldurman için son bir kere daha kapında inliyor ve iki büklüm oluyoruz. Nesillerimizi, bu yüce ufka, lâkaydîlikten, yılışıklıktan kurtarıp ideâlist kılmakla; gülme ve eğlenmenin yerine, biraz olsun çile ve ızdırabı çekmeyi öğretmekle; nefisperestlik ve şahsî menfaat düşüncesinden sıyırarak millet ve vatan sevgisini aşılamakla ulaştırabiliriz. Yoksa kendi gibi düşünenleri sevmek ve saymak, samimi ve insanca bir sevgi ve saygı değil, bir bencillik ve insanın kendi kendini putlaştırması demektir. Bunun içindir ki, geleceğin mimarları, kuracakları dünyayı, insanlık sevgi ve saygısına dayalı bir manâ ve “görünüm” içinde kurma mecburiyetindedirler. Evlât, ananın vücudundan bir parça, kucaklarda “gönül yakan sevgili”, emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sîneyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak... Bütünüyle sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma, milletin itibarî varlığına âileden akseder ve böyle bir millet, milletlerarası muvâzenenin, cihan sulh ve salâhının şâhit ve nâzırı durumuna yükselir; eşyâ ve hâdiselere hükmeder hâle gelir. Evet, o, haksızlık yapmayacağı; hâin olmayacağı; intikam, kin, nefret, kıskançlık gibi düşüncelerden hep uzak kalacağı içindir ki; ekseriya, çevresinde hürmet ve sevgi karışımı bir meltemin estiğini hissedecek ve dâima mutlu olacaktır. O, ailesine, vatanına, milletine, hatta bütün varlığa karşı duyduğu sevgi ve alâka ile kenarı olmayan bir muhabbet deryasında, sonsuz hazlar duyacak ve daha cennete girmeden cennet zevklerini yaşayacaktır. Sînesini en yüksek mefkûre ve insanlık sevgisiyle donatanlardır ki, kalbin enerji balansını düzeltmiş, duygularını en ulvî hedeflere doğru kamçılamış ve kendi içlerinde ölümsüzlüğe ermişlerdir. İnanç ve ümîdin, hizmet ve sevincin, sevgi ve insanlığın rengârenk birer çizgi hâlinde billûrlaştığı bu çehreleri, mesut ülkenin koruyucu melekleri sayıyor ve alkışlıyoruz. Bir sarhoş, Allah ve Rasûlü’ne karşı duyduğu engin sevgi sayesinde silkinip bir hamlede maiyyet-i nebeviyeye ulaşmış.. Biz hepimiz, bir ömür boyu sevgi ve saygı bekler, hoşgörü ve müsamaha umar, civanmertlik ve muhabbet hisleriyle kucaklanmak isteriz. Allah’tan başkasına gönül vermemiş ve gözlerinin içine başka hayâl girmemiş bu iman ve itminân insanları, gönüllerde birikmiş sevgiyi sarfedecek sîne arar, mabedin her yanında muhabbet ve alâka esintileri uyarır, sonra da Hakk mihmandarlığına ulaşmış bu talihli ruhlar ve gönülleri “gıll u gış” adına her şeyden arınmış bu insanlar: “Bizi bu saadetlere eriştiren Allah’a hamd olsun!. Hemen herkesi, kendi derinlikleriyle saran duyguları o kadar mûnis, meleklerin nezâhetini hatırlatan onların hayatları öylesine temiz, sevgiyle atan onların sîneleri o denli hassas, sesleri-solukları öyle inandırıcı ve bu saadet hissini onlara duyuran Yüce Yaratıcı onlara o kadar yakındır ki, huzurla tüten bu yakınlığın onların gönüllerinde hâsıl ettiği itmi’nân sayesinde “hep güzel görür, güzel düşünür” ve Firdevslerde yaşıyormuşçasına “hayatlarından lezzet alırlar.” Bu dünyada civanmertlik, incelik, dirilme azmi, yaşama sevgisi, mülâyemet ve diyalog; hakka karşı saygılı olma, emanet duygusu, vefa hissi, doğruluk ruhu, adalet ve istikamet düşüncesi vardır. Bu dünyanın insanları hakikî mânâdaki kin, nefret ve kavgayı lügatlerinden söküp atmış, hayatlarını sevgi, yumuşaklık ve insanlarla münasebet üzerine kurmuşlardır. Bu gidişe “dur” demek ve bu yuvarlanışı önlemek için sevgiyle çarpan, müsamaha ile oturup kalkan sînelere ihtiyaç var.. Sevgi, insan ruhuna hitap eden sözsüz-kelimesiz evrensel bir lisandır. Sevgide peygamberâne tesirin güç ve sihri vardır. Sevginin müphem nağmeleri gönül yamaçlarında her zaman bir bülbül sesi gibi duyulur ve bir beşik ninnisi safvetiyle bütün benliğimizi sarar.. Sevgi, o sımsıcak anne kucağı gibi havası ve her kapıyı açabilen anahtarlar gibi büyüsüyle, bütün varlığın usâresini ve her türlü ledünnî alâkanın mânâsını gönüllerimize boşaltan bir sihirli musluktur. Gönüller, sevginin dirilten havasını teneffüs ettikleri, sevgi çağlayanlarında arındıkları, sevgiyle sarmaş-dolaş oldukları, sevgi kokladıkları ve sevgi solukladıkları nisbette, insan olmadaki engin derinlikleri duyar ve duyurur; sonsuzluğa namzet olmanın sırlarını kavrar ve sevginin derinliğine göre muhabbet ve alâka halkaları, genişleye genişleye topyekün varlığı kaplar; hatta gider tâ sonsuza ulaşır, sonsuzun rengini alır ve her yerde “O’ndan ötürü” deyip çevresine sevgi ve iltifat yağdırırken, her yerde bundan ötürü aranan, sevilen biri haline gelir. Sevgi, bizden önce de vardı. Biz burada, sevgi adına, eski bir perdenin yeni bir şivesini, eski bir nağmenin yeni bir usûlünü, az bir telaffuz farkıyla, basit bir üslup kaydırması yaparak, kin, nefret, iğbirar ve üslup çığırtkanlığını tadil eder mülâhazasıyla bir kere daha mırıldanmak istedik.. İnsan, sevginin o “sehl-i mümtenî” büyülü yoluna bir kere giriverse, başkaları için aşılmaz görülen gayzın, nefretin en sarp tepelerini aşar.. İnsanların intikam ve düşmanlığa yenik düştüğü, yığınların boğuşma ve kavgaya sürüklendiği, hakkın, kuvvet karşısında susturulduğu ve kuvveti elinde bulunduranların, kendileri gibi düşünmeyenlere Tiran’lar gibi davrandığı, zalimlerin, gaddarların alkışlandığı, iltifat gördüğü, mazlumların, mağdurların itilip-kakıldığı, itilip-kakılırken de sarsık, ama ümitli bir bekleyiş içinde bulunduğu günümüzde her şeyden evvel ve her şeyden sonra bir kere daha “sevgi” diyoruz. Diyor ve sevginin hayatımızın ritmini değiştireceğine ve bizi alelâdeliklerden fevkalâdeliklere, basitlikler içinde bocalayıp durmaktan seviyeler üstü seviyeye yükselteceğine inanıyor ve ilk çocukluk dünyamızda duyup-yaşadığımız o dupduru hülyaları bir kere daha yakalayacağımız ümidini besliyoruz. Biz, duygu ve düşünce ufkumuzu, sevgi, saygı ve anlayışla donatabildiğimiz ölçüde, zannediyorum çevremiz de farklılaşacak.. Keşke, iman ve iman içindeki o derin sevgiye ilkler gibi biz de uyanabilseydik. Hemen herkesin kendi ruh enginliklerinde sezebileceği bu tat, bu neşve doğrudan doğruya Sevgililer Sevgilisi’nden geliyormuşçasına, temas ettiğimiz her şeyde, içimizde köpüren her duyguda, dilimizden akan her beyanda bir sonsuzluk televvünü duyar ve bir âb-ı hayat yudumluyor gibi oluruz. Vuslat gecesinden daha değerli, sabah aydınlığından daha neşeli günlerin esintileriyle pürheyecan oturup kalktığımız ve gece ile gündüzün savaşının aydınlık lehine gelişmeler gösterdiği; ilâhi rahmet ve sevginin sağnak sağnak başımıza boşaldığı; zerrenin güneş, damlanın derya olma yoluna girdiği; aczin aynı kuvvet, fakrın servetler üstü servet seviyesine ulaştığı; gökler ve yer arası diyalogun yeniden canlandığı şu günlerde, şeytâni ruh ve şeytâni şerârelerin harekete geçtiği de bir gerçek. Kudsiler de en az anarşist kadar, hatta onun da önünde ve tabii, insanlığı, sevgisi, aşkı, müsamahası ve temsil zenginliğiyle hayatın her biriminde bulunmalıdır ki, toplum anarşi virüsüne karşı yalnız bırakılmamış olsun. Zaten, her zaman Allah diyen, sevgi diyen, şefkat diyen ve iradesini Sonsuz’un iradesiyle bütünleştiren hak erlerinin başka türlü olmaları da düşünülemez. Bu ülke insanı, o esâtiri haline bürünerek, gökler ötesinden gelip gönlüne dökülen sevgi ve müsamaha tayflarıyla âdeta bir sükûnet ve huzur faslı yaşayacaktır. İhtimal ki şimdilerde, birer ümit, birer heyecan olarak duyduğumuz bu şeyler, gelecekteki hayatımız adına bize üst üste direktifler yağdırarak, gönül yamaçlarımızı sevginin, aşkın ve müsâmahanın yeşerdiği birer altın çayır haline getireceklerdir. Bu itibarladır ki, önümüzdeki yıllarda, dini ve milli kültürümüzün fidelerini dikme ve yetiştirme misyonunu yüklenenler, evvelâ inanç mihrabına yönelmeli, sonra da sevgi minberine yürüyüp, muhabbet soluklarını dünyanın her tarafına duyurmaya çalışmalıdırlar. Bizim, şuurlu bir hizmet ve ihatalı gayretlerle, bu dünyanın içinde, huzurla, emniyetle, sevgiyle esen bir başka dünyanın meydana geleceğine ve hayatın gerçek saadet çizgisini bulacağına inancımız tamdır. Ve tabii, gelecekteki nesillerin, para, ikbal, şöhret, makam ve her türlü iştihanın çok üstünde bir büyük sevgiye müteveccih olacağına da.. Bu kahramanların sevgiyle tüllenen ışıktan düşünceleri, büyük çoğunluğun ruhlarını sardığı gün tabakât-ı beşer çapındaki fırtınalar dinecek, hasret ve hicranlar sona erecek.. Böyle bir mülâhazalar dünyasında sabahlar, cennete ilk adım atışın mest ü mahmurluğu içinde; öğlenler, Sevgiliyi temâşâ ile günün yorgunluğunu atma hazzıyla; akşamlar, bir alaca karanlık içinde vuslata yürüme neşvesiyle; geceler, halvetin idrâkler üstü güzellikleriyle tüllenir ve her biri ayrı bir tat, ayrı bir neşe ile gelir-geçer gönül ufkumuzdan. Kim bilir, belki de böyle bir sessizleşme, güven, sevgi, itibar ve herkesi kucaklama yolunda en beliğ sözlerden daha anlamlı tesirler icrâ ediyordur. Artık ruhların aradığı haz denizine ermiş bu talihliler, her an gönül gözlerinde ayrı bir büyü ile tüllenen ledünni güzellikleri ve Sevgili’nin bakışlarında açılan çiçekleri, O’nun cemâlinden akseden ışık huzmeleri gibi duyarlar.. Bu ruh hâletiyle, hayatı daha değişik duyar, daha içten sever, çevrelerinde O’nunla irtibatlandırabildikleri her şeyi rikkatle kucaklar, sevgiyle okşar ve tıpkı bir gül gibi koklarlar. Ama ne acıdır ki, bugün bağnazlık ve ihtiras bazılarının gözlerini kör ettiğinden aklın bedahetine rağmen çokları gül ararken dikenlere takılmakta ve sevgi arkasında koşarken nefretlere körük çekmekte.. Yeryüzü, insana insanca davranmayı, insani değerlere saygılı olmayı, sevgiyi, aşkı, müsamahayı dinlerle, hususiyle de İslam diniyle tanımıştır. Bilhassa İslam’ın kitabı Kur’ân, insafla mütâlâa edilebilse O’nda, ilim aşkı, insan sevgisi, adalet duygusu ve nizam düşüncesinin nümayan olduğu müşahede edilecektir Burada eşyâ o kadar çarpıcı, o kadar sıcak; dört bir yana canlılık dağıtan hava öyle lâtif, öyle temiz; bizleri ipek gibi yumuşak kollarıyla saran atmosfer öyle şefkatli, öyle duygulu; ötelerden göz kırpan yıldızlarıyla, uyuyan hislerimizi uyaran gökyüzü o kadar muhteşem, o kadar büyüleyicidir ki, görüp uyanmamak, uyanıp arkasındaki şefkatli eli hissetmemek, hissedip sevgi ve mutluluğa ermemek mümkün değildir. Gönüllerimiz Mutlak Sevgili’nin ateşten şîvesiyle dolar ve artık bütün sesler kesilir; duyulup hissedilen sadece ve sadece O’nun varlığından akseden ışıkların gölgelerinden ibaret kalır. Sonra da hayret ve hayranlığın hasıl ettiği sevgi ve mehâbetle ruhun ilk kaynağına yönelir ve itminan soluklar. İşte bu noktada duygular aradığı hazlara erer, ruh vuslat kapısının aralandığını duyar ve her tarafa ışıklar halinde sevgi yağmaya başlar, derken, gönüller hayret ve hayranlıkla yutkunur kalırlardı. Sevginin inançla bütünleştiği, inancın mârifete kanat açtığı ve mârifetin ruhânî zevklere ulaştığı duyulurdu. Bütün kinleri, nefretleri, bencillikleri bir el darbesiyle Kaf dağının arkasına fırlat ve sîneni sevgiye, insanlığa, mürüvvete aç! Kafa ve vicdânın gerçeğin bilgisinden, gönlünde îman ışıklarından mahrum olursa, kötü düşüncelerden kurtulamaz, inanç, insanlık ve sevgi gibi yüksek değerlere giden yolları bulamazsın... Hak sevgisine halk alâkasına seyâhat eden kervanlar, hep bu duraklardan hareketle, bu güzergâhı takiple yollarına devam etmişlerdir. Küçüklerine sevgi, büyüklerine hürmette kusur etme! Her zaman aşkın, sevginin, vefânın yumuşak iklimine koş, onların yumuşatıcı te’sirlerine mutlaka itimât et! Artık onlara göre; tavanı, tabanı inançtan, sevgiden ve rûhânî zevklerden meydana gelen geceler ve onlardan fışkıran sesler, soluklar; şöyle böyle sezilen hareketler, düşündüren sükûtlar hepsi de o kadar mûnis, o kadar rûha yakındırlar ki, insan bu zevkli refakati bir ömür boyu yaşasa hazzına doyamaz... Hususiyle, bütün bir hayat boyu hep zirvelerde yaşamış olanlar için, o istikbâller, o şaşalı merâsimler, o riyâkârca iltifâtlar, o yüksek değer atıfları, o el pençe divan durmalar, o inim inim etrafı inleten alkışların birdenbire kesilmesi, onların beyinlerinde inip kalkan öylesine öldürücü darbelerdir ki, böyleleri için ölüm çok defa yolu gözlenen bir sevgili haline gelir. Hülyâlarıyla bu âlemde, uzun süre kalmayı başaranlar; sevdâsıyla yanıp tutuştukları, hasretini vicdanlarında duydukları hakiki sevgilinin vuslatına erer ve bu tatlı rüyâdan uyanmak istemezler... Yeni insan, bütün varlığa karşı sevgiyle dopdolu ve insani değerlerin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Hakikat sevgisinin bir yanını ilim, diğer yanını da din teşkil eder. Evet, bilgiç görünen dimağların yosununu, dine taraftar gibi görünen düşüncelerin de pasını silecek bir iksir varsa, şüphesiz o da Allah aşkı, O’ndan ötürü bütün varlığa sevgi ve hakikat aşkıdır. İnsanları Allah sevgisine ve varlıkla münasebete taşıyan hakikat aşkını, yeryüzü, peygamberlerle tanıdı ve benimsedi. Hazreti Mesih, insan sevgisine dayalı bir hayat şiiri besteledi ve bu duyguyu değişik şekillerde seslendirerek misyonunu sürdürdü. İnsanlığın İftihar Tablosu, Fuzûlî’ce bir nefesle ifade edecek olursak, “Aşıklar leşkerine mîr-i livâdır sühanım (sözüm)” diyerek dünya evini şereflendirdi ve ömür boyu da hep sevginin sesi-soluğu olarak inledi durdu.. Bu ilâhî sevgi önü alınmaz bir aşkınlığa ulaşınca da, gözü aşk u muhabbetin öteler televvününde ukbâya yürüdü. Böyle bir dünyada sabahlar, yolu beklenen birer misafir gibi kapımızdan, penceremizden içeriye akar; akşamlar, birer sevgili gibi gelir halvet hânelerimizde yanımıza oturur; geceler, Dost’la vuslatın çağrışımlarıyla çınlar durur.. Sevgi yaşatan bir iksirdir; insan sevgiyle yaşar.. Sevgiyle mutlu olur ve sevgiyle çevresini mutlu eder. İnsanlık sözlüğünde sevgi bizim canımızdır; biz birbirimizi onunla hisseder, onunla duyarız. Allah, insanları birbirine bağlama konusunda sevgiden daha güçlü bir irtibat unsuru, bir zincir yaratmamıştır. Aslında dünya, köhne bir harabeden ibarettir, onu taptaze ve canlı kılan sevgidir. Kimsenin intihâbına ihtiyaç duymadan gelip gönüllerimize taht kuran bir sultan varsa o da sevgidir. Dil-dudak, göz-kulak onun bayrağını çektikleri ölçüde birer kıymet ifade ederler; sevgi ise kendinden kıymetlidir. Sevginin otağı sayılan gönül onun sayesinde kıymetler üstü kıymete ulaşmıştır. Sevgi sancağının gidip önünde dalgalandığı kaleler, kan dökülmeden fethedilmişlerdir. Sevgi askerlerinin ulaşabildiği yerlerdeki sultanlar, muhabbet çerisinin sıradan birer neferi haline gelmişlerdir. Biz, gözlerimizde sevginin zaferleri, kulaklarımızda onun davulunun, kösünün sesi bir atmosferde yetiştik. Sevgiyle o kadar içli-dışlı olduk ki, neticede hayatımızı bütün bütün ona bağlayıp ruhumuzu da ona adadık. Artık biz yaşarsak sevgiyle yaşar, ölürsek sevgiyle ölürüz. Bizim harb u darbimizde güm güm sevgi davulunun sesi duyulur; sulh u sükunumuz da yine sevgi mehteriyle şölenleşir. Binbir fenalığın kol gezdiği şu fevkâlade kirlenmiş dünyada, her zaman temiz kalabilmiş bir şey varsa o sevgi, onca sararıp solan gül endam şeylerin yanında hiç renk atmadan güzellik ve cazibesini koruyabilmiş bir dilber varsa o da yine sevgidir. Varlık bilinip görülme fitilinin, sevgi çerağından tutuşturulması sonucu meydana gelmiştir. Eğer Hakk’ın yaratma sevgisi olmasaydı, ne aylar, ne güneşler ne de yıldızlar meydana gelirdi. Kâinatlar birer sevgi şiiri, yerküre de bu şiirin kâfiyesidir. Tabiat kitabı ve eko sistemde her zaman sevginin gür solukları duyulur. İnsanlar arasında her zaman revâcını koruyan bir akçe varsa o da sevgidir.. Ve sevginin değeri kendindendir. Sevgi, en saf altınla bile tartılsa ondan ağır gelir. Altın da, gümüş de değişik borsa ve piyasalarda her zaman değer kaybedebilirler ama; sevginin kapıları her zaman bütün olumsuzluklara kapalıdır ve hiçbir haricî müdahale onun iç ahengini bozamaz. Bence, canavar ruhları uysallaştırmanın biricik iksiri de yine sevgidir. Dünyevî zenginliklerin tesir alanının dışında nice problemler vardır ki, sevginin büyülü anahtarından başka hiçbir şeyle çözülememiştir. Zaten, dünyada hiçbir değerin, sevgiye karşı koyması ve onunla rekabet etmesi de mümkün değildir. Evet, maddenin patronları, onca gürültü, patırtı, şov ya da ihtişama rağmen gün gelmiş sermayeleri bitmiş, pazarları sona ermiş, ocakları sönmüştür ama, sevginin çerağı her zaman par par yanmış ve ışık olup bütün gönüllere, ruhlara akmıştır. Muhabbet rahlesi önünde diz çöküp ömrünü sevgi meşk etmeye adamış talihliler, hiçbir zaman sözlüklerinde, kine, nefrete, gayza, komploya yer vermemiş ve ölümleri pahasına da olsa düşmanlığa başvurmamışlardır; vurmazlar da. Onların muhabbetle iki büklüm olmuş boyunları her zaman sevgiye selam durmuş ve sevgiden başkasına kıyam etmemiştir. Hele onlar birer sevgi küheylanı gibi şahlandıklarında, düşmanlık duygusu saklanacak in aramaya durmuş; nefret, gayzından çatlamış; kin, öldüren bir yutkunmaya dönüşmüş ve komplo gelip sahibinin boynuna dolanmıştır. Bugüne kadar şeytanın en tehlikeli oyunlarını boşa çıkaran bir büyü varsa o da sevgidir. Nebiler; firavunların, nemrutların, şeddatların gayız ve öfke ateşlerini sevgi kevserleriyle söndürmüşlerdir. Bütün hak dostları, şirazesi kopmuş bir kitabın eczası gibi şuraya-buraya saçılmış disiplinsiz ve âsi ruhları sevgiyle biraraya getirmiş ve insanî münasebetler alış verişinde buluşturmuşlardır. Sevginin gücü her zaman Hârût ve Mârût’un sihrini bozacak kadar aşkın olmuş ve cehennem ateşini söndürecek kadar da tesirli. Bu itibarla da sevgi silahına sahip olan birinin artık bir başka silaha ihtiyaç duyacağını sanmıyorum.. Evet sevgi, namlusundan fırlamış mermi ve top güllelerini bile tesirsiz hale getirecek kadar güçlüdür. Bunu yapabildiğimiz takdirde, hemen herkes, kendinde mevcut olan cevherler adesesiyle, diğer insanlarda bulunan derinlikleri, enginlikleri, zenginlikleri sezip duymasının yanında bütün bu önemli mevhibelerin hakikî sahiplerine bağlanmasını da bilir ki, bu da, bütün varlık aleminde görülen güzellik ve cemâl, sonra da sevgi ve alâka adına ne varsa hepsi O’na ait demektir. Gel gel bize katıl da sevgi kapısından içeriye giriver, giriver ve evimizde bizimle beraber otur... İman, marifet, muhabbet, ruhanî zevkler ona kalbi kadar yakın; insanları sevme, herkesi kucaklama, iyilik duygusu ile oturup-kalkma, hayatını başkalarını yaşatmaya bağlama, kötülükleri iyiliklerle savma, sevgiyi sevip ruhundaki düşmanlık duygusuna karşı her zaman savaş vaziyetinde bulunma ona kendi ruhunun sesi-soluğu kadar sıcak; hırs, kin, nefret, şehvet, iftira, yalan, tezvir, riya, komploculuk, çıkarcılık, bencillik, korkaklık, şöhretperestlik.. İnsanlığını koruyup geliştirmiş olanlara karşı sevgi ve alâka onların hakkı; berikilerine karşı gösterilecek muhabbet ve alâka da onları fena duygu ve tutkuların esaretinden kurtarma şeklinde olmalıdır. Bugüne kadar düşmanlıklarla bir türlü açılmayan gönül kapılarının, mutlaka muhabbetle açılacağına öylesine inanmışlardır ki, sevginin en küçük bir parçasını dünyalara değiştirmezler. Günümüzde, değişik fırtınalar ve türlü türlü illetlerle sarsık bulunan bu dünyanın, o eski tül pembe günlere, mehtaplı gecelere, buğu buğu sevgiyle köpüren geleceklere ve dirilişleri dirilişlerin takip edeceği çağlara ulaşması da bu kahramanlar sayesinde gerçekleşecektir. Çehrelerinde evliyâ, asfiyâ ve enbiyânın boyası, ruhlarında alev alev ebediyet humması, uğradıkları her yere mesîhî bir ruhla peygamberlerin sevgi, aşk ve muştularını götürüyor ve dört bir yanda tarihin bin senelik ruh ve mânâsını seslendiriyorlar. Gönüllerinden işe başlayarak, her bucakta iyilik, güzellik fidelerinin boy atıp gelişmesine ortam hazırlar ve Râbiatü’l-Adeviyye felsefesiyle, zehir olsa da, herkesi ve her şeyi şeker-şerbet gibi kabul eder; üzerlerine kinle, nefretle gelenleri bile tebessümlerle ağırlar ve en mütecaviz orduları sevginin yenilmeyen silahıyla püskürtürler. Bu açıdan da o, bizden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, her zaman bize bizden daha yakın olacak ve gönüllerimizin en mûtenâ yerinde hep bir sevgili gibi kendisini hissettirecektir. Kim nasıl düşünürse düşünsün, ben gözlerimi yummuş hep sağanak sağanak sevginin yağdığı, herkesin sevgiyle oturup sevgiyle kalktığı o günleri tahayyül ediyor ve talihime gülücükler gönderiyorum. Ben bazen, bir koltuk üzerine oturur; bir yandan şelâleye bakar, bir yandan da ağaçların, çiçeklerin nazlı nazlı salınmalarını seyreder ve hayâlî resimlerle, aradaki boşluğu da doldurup, terastaki bu raks ve cümbüşün yerdeki ağaçlarla bitevîliğe erdiğini tahayyül eder ve hepsinin bir bütünlük içinde el ele, omuz omuza verip “Yâ Hû” dediklerini, yatıp- kalkıp çevrelerine gülücükler yağdırdıklarını hayâlen duyar; îmânın sevginin duvarları nasıl genişlettiğini, mânâsız gibi görünen şeyleri nasıl mânâlandırdığını, mütenahiyi ne denli ebâda sığmaz hâle getirdiğini düşünür ve Rabbime şükrederdim. Hep bu espri içinde oturup-kalktık ve herkese kadeh kadeh sevgi sunduk; ihtimal, ifratımız bazılarının başlarını döndürdü ki, sevgiye nefretle mukabele etmeye başladılar her fırsatta sînelerimizi açıp, insanî duygu ve düşüncelerimizi gözler önüne serdik. Sevgi çağlayanlarımızdan herkesin istifade etmesi için değer değmez kriterlerini müzakere konusu dışında bırakarak kriterler üstü yaşamaya çalıştık. İşte, yıllar ve yıllar boyu hep bu derûnî hislerle sevgi kurnalarımızı sonuna kadar açık tutarak, belli bir zaman dilimi itibarıyla kinle, nefretle, düşmanlıkla, gayzla, komplo duygusuyla kirlenmiş bir zeminde muhabbet fidelerinin çoğalıp, gelişip her yanı saracağı hülyalarına kapıldık. Milyonlar, bu masmavi mefkûrenin büyüsüne kapılarak, her yerde sevgi mırıldanmaya başladı. Öyle ki, bu sevgi sağanağı zarûret ölçüsünde bir beklentiye bağlandığından, başlangıçta küçük bir iki sızıntıdan ibaretken, zamanla bir çağlayana dönüştü; dönüştü ve hemen her kesimin ümit dünyasında yepyeni bir dirilişin remzi olarak anılır oldu. Öyle ki, Kudreti Sonsuz, bir kısım sıradan, düz insanlara, gönüllerin kapılarını ardına kadar açtı ve sevgi saltanatında onlara âdeta Süleymanlık bahşetti; bahşetti de kinin, nefretin, kavganın temsilcisi bütün şeytanî ruhlar, geçici de olsa şoka girdiler ve ifritten emelleri ile hezeyan yaşamaya başladılar. Her yerde ışık karanlıkları boğuyor ve her yerde kinin, nefretin uğultularının yerini en ince tellerden nağmelerle sevgi ve insanî münasebetler alıyordu. Biz de, son bir kez daha “cebrî lûtfî”, kendi afv u safh çerçevemizde kalarak, herkesi sevgiyle kucaklama ahd ü peymanımızı bozmamış oluyorduk. Üç beş günlük bir dünya için baş yarmayacak, göz çıkarmayacak, kem söz söylemeyecek, gönül kırmayacak ve Yunus edasıyla herkese sevgi çağrısında bulunacağız; bulunacak ve milletimize karşı münasebetlerimizde hep şu sözlere bağlı kalacağız: “Senelerden beri çektiğim bütün ezâ ve cefâlar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musîbetler, hepsi de helâl olsun!. Fasıldan Fasıla Serisi ‘El-buğzu fillah vel-hubbu fillah’ fehvasınca kin, buğz ve öfke de, sevgi ve muhabbet de Allah için olursa bunlarla insan sevab kazanabilir, kazanabilir de her an hayatını cihadda geçiriyor gibi olur. Çocuk sevgisinde çok aşırı gitmemeli. Evet, her şeyde olduğu gibi sevgide de ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Yüksek mefkûrelere gönül verememiş, kendini ulvî gayelere ayarlayamamış, basit düşüncelerin karanlık ve zıtlıklarla dolu atmosferinden çıkamamış, görüp duyduğu, okuyup düşündüğü şeylerle yeniliklere ulaşamamış ve insanlara karşı içindeki iştiyak ve sevgi ateşini körükleyip coşturamamış ham ruhlar bin sene dünyada dursalar dahi yaşamış sayılmazlar. Nasıl aç insana önce baklava değil de en muhtaç olduğu temel gıdalar, meselâ su ve ekmek verilir, öyle de her şeyden önce aç gönüllere, ruhları güçlendirip kalpleri kanatlandıracak olan Allah’a (cc), Peygamber’e (sav) ve ahirete imân, Allah ve Peygamber sevgisi aşılanmalıdır. Sinesini en yüksek mefkûre ve insanlık sevgisiyle donatanlardır ki, kalbin enerji balansını düzeltmiş, duygularını en ulvî hedeflere doğru kamçılamış ve kendi içlerinde ölümsüzlüğe ermişlerdir. Biz varlığa, varlığın kaynağına, Kitap ve Sünnet adesesiyle bakarak, Yaratan’a karşı gönüllerimizde tutuşturduğumuz sevgiyi, aşk-u hummayı, ondan ötürü, bütün varlığa karşı duyduğumuz alâkayı bu iki kaynağın dengeleyici prensiplerine ve metafiziğe açık enginliklerine sığınarak gerçekleştireceğiz. Esasen sevgi ve muhabbet, İslâm dininin en önemli prensiplerindendir. Bugün, ona, en yabancı kulüpler sahip çıksa da sevgi ve muhabbetin hakiki sahipleri yine bizleriz. İçimiz insanlığa âit sevgi ve muhabbetle dolup taşmalı; kalplerimiz de her türlü düşmanlığa karşı kapalı kalmalıdır. Şunda hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, gelecek asır sevgi ve diyaloğun neşv u nema bulduğu bir muhabbet asrı olacaktır. Evlat sevgisi de fıtratta vardır. Bu sevgi olmazsa çocuklara bakılmaz, onlar okutulmaz ve neticede de ülke ve insanlık yükselmez. Bu tabii sevgi ve alâka olmasaydı sokaklar terkedilmiş insanlarla dolar, taşardı. Ne var ki, diğer duygularda olduğu gibi burada da, kalpler Allah sevgisiyle ta’dil edilmelidir ki, istikamet elde edilebilsin. Bu itibarla evvelâ Allah sevgisi vicdanda kökleşmelidir ki, -bu da egzersize bağlıdır- insan Allah nezdinde değer ifade eden bir şey olsun. Zira bir insanın öfkeleneceği zaman halim-selim olması, nefret duyacağı zaman içinin sevgiyle dolması, hırs duygusunun gerildiği ve insanın bütün benliğine hakim olduğu bir zamanda onun müstağni kalması imkân sınırlarını zorlayacak kadar çetindir. Üstâd orijinal bir düşüncesini de, dünya ile münasebetlerimiz ve dünyaya bakış zâviyemiz açısından ortaya koyar ve dünyanın sevilmeyecek gibi bir nesne olmadığını, aksine onun sevilmesi lâzım geldiğini vurgular ve bu sevgiye esas teşkil edecek olan hususları hatırlatır: Onda ne dünya sevgisi ne de ahiret endişesi vardır: Cennet sevdasına tutulmadığı gibi, cehennem korkusuyla da kilitlenmiş değildir. Cemaatlerde hasbîlik, diğergâmlık, sevgi ve hoşgörü olduğundan ömürleri uzundur. Sevgi, saygı ve muhabbetle kime ait olursa olsun, kapıların tokmağına dokunulduğunda, diyalog yollarının açıldığı ve İslâm’ı en güzel şekilde anlatma imkânının doğduğu izahtan vârestedir. Taraftarlar da kavga ve dövüş yerine, karşılıklı sevgiyle el sıkışıp, stadyumdan öyle ayrılacaklardır. Çeşitli vesilelerle sevgisini, saygısını ifade etmek için el uzatan insanlara, aynıyla mukabele etmezsek, -hafizanallah- sevimsiz hale geliriz. Günümüzde insanımızın her şeyden daha çok, her zamankinden daha fazla sevgiye, saygıya, el ele tutuşmaya ihtiyacı vardır. Geleceğin dünyası kinin, nefretin, şiddetin, kavganın, savaşın üzerine değil, sevginin, hoşgörünün, birbirimizi kabullenmenin üzerine bina edilecektir. Sevgiyi sev, nefretten nefret et. Allah sevgisiyle öyle delir ki onun yanında başka hiçbir cazibe bakışını bulandırmasın, başını döndürmesin ve dengeleri aşacak hale gel. Kim bilir, kalbinde hadis sevgisi olanlarla azıcık meşgul olunsa, onlara yol ve yöntem öğretilse, belki de onların içinde Buharî’ler, Müslim’ler, Ebu Davud’lar çıkacaktır. Mevlânâ, Yunus, Hoca Yesevî, Bediüzzaman Hazretleri gibi muhabbet insanları, kuvve-i kutsiyeleri ve Allah’la irtibatları bizlerden daha fazla, yanılma payları da daha az olduğu için, çevrelerindeki insanlara sevgi, muhabbet ve hoşgörü hususunda inkârı kabil olmayan gayretleri, müessiriyetleri olmuştur. Dâvâ adına yapa geldiğimiz işlerde emir-kumanda, disiplin önemli bir esas ama, öte yandan da, sevgi, teveccüh, gönül kırmama, incitmeme, rencide etmeme de en azından diğerleri kadar önemli. O'nu sevmeyenler, sevginin, hakikat-ı Ahmediye’nin, hatta hakiki manada insanlığın ne demek olduğunu bilmeyen, sevgiden yoksun talihsizlerdir. Çocuğun anne ve baba sevgisi ile yetişmesi çok önemlidir, ama bomboş bir ailede yetişmektense, daha parlak bir istikbal için, onun eğitim ve terbiyesi adına böyle bir yuvaya verilmesinde de bir mahzur olmasa gerek. Görünen o ki, bize düşen, alemin inanıp inanmaması değil, samimiyetle inandığımız sevgi ve hoşgörü davasında, risalet vazifesinin ayları ve güneşleri olan peygamberlerin vazifelerini yaparken gösterdikleri azim, sebat ve kararlılığı göstermektir İnancın Gölgesinde Serisi Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi, buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç kimsenin hatırından bile geçmeyecek vuzûh ve açıklıkta bir realitedir. Zenginden alıp fakire vermek, esasen eşitlik getirmez; aksine kabiliyetlerin körelmesine, çalışma arzusunun sönmesine, üretimin düşmesine ve sevgi, saygı, itaat ve şefkat gibi güzel duyguların ölmesine yol açar. Doğru ve dürüst insanlar; sevgi, saygı ve hürmetlerinde gayet samimi ve yürektendirler. Bunların sevdiği insan hakikaten o sevgi ve hürmete bizzat layık insandır. Ve eğer bu sevgi hâlesi devamlı ve ebediyete namzetse, sevilen şahsın büyüklük derecesi de o kadar fazladır. Milyonlarca ve milyarlarca insanın sevgisinin odak noktası haline gelen Allah Rasulü (sav) gelmiş ve gelecek bütün insanlar arasında en çok sevilendir. Servetin sadece zenginler elinde dönüp dolaşan bir devlet olmaması (Haşr, 59/7); insan için sa’y ve emeğinden başka bir şey olmadığı (Necm, 53/39); emanet ve vazifelerin ehline verilmesi ve adaletle hükmedilmesi gerektiği (Nisa, 4/58) ve bir nefsi öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olduğu (Maide, 5/32) şeklindeki temel, ölümsüz kaide ve prensipleri; ayrıca, fert, aile ve cemiyet için birer semm-ü katil, yani öldürücü zehir olan faiz, kumar, içki ve fuhşun her çeşidinin, yalan, iftira, lüks ve israfın yasaklanması; insanın insanlığını kazanması, ferdî ve içtimaî hayatında daha dünyadayken Cennet benzeri bir hayat yaşaması için emredilen namaz, oruç, hac, zekât ve daha başka ibâdetler, yine en iyi ve en güzel ahlâk kaideleri, akıl ve ruhları Cennet ve ebedî âleme yönlendirip, Allah korkusunu her kalbe inzibat, buna karşılık Allah sevgisini de teşvikçi yapma, fert ve cemiyetin saadeti için konulan ideal ölçü, kaide ve prensipler, onun ezelî ve ebedî, Hakîm ve Rahîm Yaratıcı’nın Kelâmı olduğunun bâriz delilleri değil midir? Nasıl aç insana önce baklava değil de, en muhtaç olduğu temel gıdalar, meselâ su ve ekmek verilir, öyle de her şeyden önce aç gönüllere, ruhları güçlendirip kalpleri kanatlandıracak Allah’a (cc), Peygamber’e (sa) ve ahirete iman ve Allah ve Peygamber sevgisi aşılanmalıdır. Sinesi vatan ve millet sevgisiyle çarpan herkesle oturup konuşmasını bilmeli, tenkit kapısının açılmasına fırsat vermeden herkese tazim ve tekrimde bulunmalı ve “güzel, güzel” diyerek, güzellere güzellikle mukabele menfezleri açık tutulmalıdır. İrşad Ekseni Evet, günümüz insanı şiddete, hiddete, baskıya, dövüp öldürmeye değil; şefkate, sevgiye, muhabbete, tatlı söze, munis sese muhtaçtır. Sevgi, muhabbet ve müsamaha zoru aşmanın önemli bir yoludur. Sevgi ve nefret bir kalpte aynı anda bulunmaz. Gönülde Allah sevgisini tutuşturmayan ve cennet nimetlerinin teminatçısı olan ruhânî zevki alevlendirmeyen bir ilim, gayesine ulaşmış sayılmaz. Merasimle bütünleşmiş hareketlerin hiç birinin bidâyetinde zindan, gözyaşı, fikir çilesi; neticesinde kalıcılık, samimiyet, sevgi ve kucaklama yoktur. Oysa ki mürşit ve mübelliğ, muhatabında potansiyel olarak var olan bu muhabbeti, yapacağı telkinlerle müspete kanalize etmeli; ona fani ve geçici mahbuplara bedel, sermedî ve dâimî bir sevgiliyi sevmesini öğretmelidir. Şefkatin olmadığı yerde, sevgiden de, hürmetten de söz edilemez. İnsanları birbirine karşı sıcak bir sevgi ile bağlamak istiyorsanız, evvela bu gayenin tahakkuku için sizin onlara şefkatle eğilmeniz gerekmektedir. Mürşit, bir sevgi, şefkat ve muhabbet fedâisi olarak vardır. Asrın Getirdiği Tereddütler Yâni, gönlümüzü kaptırdığımız şeylerin, arkalarına bakmadan çekip gitmeleri, bizde bâki bir sevgili arama hissini uyarır. Her cümle samimiyet ve sevgiyle başlayıp, aynı şekilde sona ermelidir. Anne-babanın evlada, evladın da anne ve babaya karşı cibillî ve fıtrî sevgileri, alakaları ne kadar derin olursa olsun; bir insanın, mantık, muhakeme, düşünce ve kadirşinaslık açısından Allah ve Resulüne olan alâkâsı her şeyin üzerinde olmalıdır. Aslında, Allah ve Resulüne karşı duyulan alâkâ ve sevgi bir tefekkür ve sezme, bir araştırma ve bulmanın ifadesidir. Araştırarak ve tefekkürle insan, vicdanında böyle bir sevgiye ermişse, buna tercih edeceği hiçbir şey yoktur. Sinelerde Allah sevgisi, simalarda Allah nuru varsa, her şey var; varolmanın mânâsı da var.. Evet, ruhlarda, Allah’ın rızası, gönüllerde Şeriat-ı Ahmediye (sav) sevgisi ve ruh bu esasa pervane olduktan sonra, ihtilâflar, sürtüşmeler bulunsa bile, anlaşıp, ittihat etme her zaman mümkün olacaktır. Bütün peygamberlerde var olan sevgi ve muhabbet Efendimizde en a'zam derecede vardır. O'nda öyle bir sevgi ve şefkat vardır ki, doğduğu zaman " ümmetî, ümmetî" demiş ve her nebînin, her velînin "nefsî nefsî" diyeceği yerde o yine "ümmetî, ümmetî" diyecektir. Bu şefkat ve sevgiye bakın ki, mi'râç vasıtasıyla ulaştığı zirveden, hem de başka hiçbir beşere nasip olmayan o yüksek pâyeden, sırf ümmetini kurtuluşa götürebilme ve ellerinden tutup onlara da böyle bir miraç zevkini tattırabilme için geriye dönmüş ve dünyâya ızdırap yudumlamaya gelmişti. O'ndaki sevgi ve şefkat işte bu manâda hiçbir peygamberle dahi kıyâs kabul etmeyecek kadar büyüktür.Onun târihî hayatı yüzlerce şefkat ve merhâmet misâlleriyle örülmüş bir kanaviçe gibidir. Burada, Peygamberimizin kendi ümmeti arasındaki sevgi farkına geçmeden bütün peygamberler için geçerli bir kâideyi söyleyeyim: Her peygamber kendi ümmeti içinde en çok kendi nübüvvetine vâris olanları sever. Beşeriyet içinde O'nu en çok onlar sevdi; Allah Rasûlü (sav) de bu sevgiye mukâbelede bulundu, O da onları sevdi. Bazı dinlerde hayır ve şerre ait iki ayrı ilâh kabul edilmesi, bir cihetten bu sevgi ve korkuyu iki ayrı ilâha taksim manasınadır. Evet, hakiki mü'min imân sevgisi kadar dalâlet yoluna girmemede kararlı ve gerilimi tam olmalıdır ki, kendi olarak kalabilsin. Siz ona Allah için sevdiğinizden dolayı bu sevgi onun gönlünde tesirini gösterecek ve sıhriyet itibâriyle teessüs etmiş sevgi atmosferine; sizin olan bu sevgi ve saygı girecek ve ağır basacaktır. Bazen bir kelime, bazen bir susma, bazen sâdece yüzünü ekşitme, bazen bir tebessüm, bazen o meclisten ayrılma, bazen da meclise sâdece dâhil olma, kısacası, yaptığı her işi Allah için yapma sevgi ve öfkeyi O'nun rızasına göre ayarlama, bütünüyle bu cihâdın şümûlüne girer. Zira her insanda cibilli olarak, yakın çevresine karşı bir sevgi ve alâka vardır. Hele bu çevre daraldıkça sevgi ve alâka daha bir artmaktadır.
 
 
   
 

K A Y A D İ B İ__ K Ö Y Ü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol