1. AHLÂK-2 (9-MAYIS-1980)
2. Eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim.
Bismillahirrahmanirahim.
3. Elhamdüliilahi Rabi’l-alemin. Vessalatü vesselamü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mevlânâ Muhammedin.Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem. Ve alâ ihvânihi mine’n-nebiyyîn ve’l-mürselin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn.
4. Sübhaneke lailme lena illa mâ allemtena inneke entel alimül hakim.Sübhaneke lafehmelena illa ma fehhemtena inneke entel cevvadü’l-kerim.Rabbi’ş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlü’l-ukdeten min lisanî yefkahu kavlî ve Üfevvidü emrî ilallah innallahe basirün bi’l- ibad.Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlih. Adede kemâlillahi ve kemâ yelîku bi kemâlih.
5. Bismillahirrahmanirrahim. وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا 63 وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا 64 وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا 65 إِنَّهَا سَاءتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا 66
6. Sadakallahü’l-azim.Ve bellağanâ rasûlühü’n-nebiyyü’l-haşimiyyü’l-kerim.
7. Yâ ilâhe’l-âlemin.Kalplerimizi zahir ve batınımızı envâr-ı imaniye ve Kur’aniye ile münevver eyle. Bizleri iki cihanda aziz eyle. Nefsin ve şeytanın şerrinden bizleri masun ve mahfuz eyle! Cümlemizi cennet ve cemâlullah şerefi ile şerefyâb ve serfiraz eyle.Amin bi hürmeti seyyidi’l-mürselin.Velhamdü lillahi rabbi’l-âlemin.
8. Muhterem müslümanlar!
9. Dinimizin müeyyidatını intikal ettirdikten sonra bir evvelki hafta, hususuyla günümüzde, yokluğunu derinden derine hissettiğimiz, Muhammedilik (a.s.v.) diyebileceğim. Ahlâk-i âliyeyi Ahmediye (a.s.v.)'ye intikal etmiş bulunuyoruz. Bir evvelki hafta, giriş sadedinde, bir iki cümleyle ne arz etmek istediğimi ifade etmeye çalıştım. Arz edeceğim hususlar mevzuunda bir fikir vermeye çalıştım. Kainatta cereyan eden kanunlara tevfîki hareket etmenin yolunu göstermeye çalıştım. Allah'tan başlayıp mehbit-i vahyi ilahi olan Hz. Muhammed (a.s.v.)'in, temiz gönlüne dalgalanıp gelen, onu akseden, ve onda insanın irade ve aklında ma’kes bulan, ahlâkı âliyeyi ilahiyeden bahsedeceğim sözünü verdim.
10. Dar bir çerçeve içinde, dar bir kalıp içinde, ölçüsünü takdim ettiğim meseleyi imkan elverdiği nisbette, ahlâk-ı âliye'nin bütün prensiplerine ve rükünlerine tatbik edeceğimi de söylemiştim. Hadd-i zatında ahlâk demek insanın muvazeneli olması demektir. Ve bu muazenede sadece ve sadece kainatta cereyan eden kanunlara, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in rehberliği altında tevfiki hareket etmekten ibarettir. Muhammedi (a.s.v.)'in olmayan bir gönülde muvazene düşünülemeyeceği gibi, Kur'an'ın içinde bulunmayan bir ahlâktan ahlâk diye bahsetmek de mümkün değildir. Ahlâk, Kur'anî olacak ve rehber Muhammed (a.s.v.) olacaktır. Allah'ın yeryüzünde bu ahlâk-ı âliye ile ağırlaşmış ve vakar kazanmış ciddiyet kesbetmiş cemaati de aynı zamanda cemaatlar arası muvazeneyi kurabilecek bir cemaat haline gelmiş demetir. Cenab-ı Hak, bu yollarda, kainatı aydınlattığı Hz. Muhammed (a.s.v.)’ın nuruyla, bizlere ışık tutup, sahili selamete çıkmaya bizleri muvaffak eylesin.
11. Aziz müslümanlar!
12. Cenab-ı Hak'kın kainatta yarattığı şey ne ise, insandan istediği şey odur. Kainatta cereyan eden kanunların diliyle bizden istediği şey ne ise, Kur'an-ı Kerim'in diliyle bizden istediği şey aynı şeydir. Allah'ın kainat kitabının, O’nun kelam sıfatından gelen beyanına ters olması asla düşünülemez. Allah'ın Kur'an-ı Kerim’i neyse, irade ve kudretiyle yazdığı, muhteşem irade ve kudretiyle konuşturduğu, muhteşem azamet ceberutuyla dile getirdiği kainat da aynı şeyi ifade etmektedir.
13. İnsan davranışlarıyla bunu yaşayacak. Bu mevzuda Resûl-ü Ekrem (a.s.v.)'de bize fiilî ve kavli rehber olmuştur. Işık tutucu olmuştur. Sözleriyle bize anlatır, hakikatları, tercüman olur. Ve davranışlarıyla da yaşar, temsil eder. Kainatta mütecelli olan esmai ilahi, şahıslar tarafından temsil edildiği nisbette, insanlar, Allah’a yaklaşmış olurlar. Buna hadisin ifadesiyle, “ahlâk-ı ilahiyle ahlâklanma” diyoruz. Herkesin, kainatta tecelli eden ilahi isimlerden istifadesi nisbetinde Allah'a yaklaşması hususunu ifade ederken, buna Allah ahlâkıyla ahlâklanma diyoruz. Allah'ın isimlerinden istifadesi nisbetinde Allah’a kurbiyeti, yaklaşmış olması fazla olacaktır. Allah'ın isimlerinden istifadesinin azlığı nisbetinde de Allah'tan uzaklaşmış olacaktır.
14. Bu isimleri temsil sadedinde ve sahnesinde, bu senaryodan aldığı rolden, muvaffakiyetinin azlığı nisbetinde insanın Allah’tan uzaklığını görüyoruz. Ve Hz. Muhammed (a.s.v.) en âli makamda bu en âli ahlâkı temsil eder. Binaenaleyh kainatta cereyan eden bu kanunlar cebridir. İnsanın mahiyetinin bu sahneye arz edilmesi de cebridir. Eliyle, ayağıyla, gözüyle, kulağıyla, diliyle, dudağıyla iyi şeyleri canlandırma ve temsil etme istidadıyla yaratılan insanın böyle yaratılması da cebridir. Bu mevzuda insan iradesinin ve ihtiyarının dahli yoktur. İnsan istese de istemese de değişmeyecektir bu.
15. İnsan bu sahneye itilmiştir. Ve bu sahne insanın iradesi ışık halinde sahneye girmeden, tanzim edilmiştir. Bu senaryo çok önceden yazılmıştır. Bunun figürleri çok önceden hazırlanmıştır. İpler başkasının elindedir. Kilit, anahtar başkasının elindedir. Çeşitli boydaki ışık dalgaları da başkasının elindedir. Perdeyi açan da başkasıdır. Seslendiren de başkasıdır. Konuşan da başkasıdır. Renklendiren de başkadır. İnsan bu ilk cebri lütuf ve nimetlere, bu ilk ihsanlara, aklıyla ve fikriyle evet lebbeyk diyecek -hacının hacca giderken dediği gibi-. Farkına varmadan beni uçağa bindirdiler, aklım ermeden bana ihram giydirdiler, ben anlamadan bana Allah'ı anlattılar. Allah'ın rızasının bulunduğu bir vadiye diye işaret ettiler. Bu yolda bana düşen şey; “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” demektir. Emrine amade ve muntazırım, omuzlarıma yükleyeceğim rolü oynamaya geldim, bana, tahmil edeceğim mükellefiyetleri en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağım.
16. Sakat bir ayakla kırık bir kolla, veya sağlam bir ayakla, sağlam bir kolla, iyi anlayan bir kafayla veya yarım anlayan bir kafayla, benden nasıl bir rol istiyorsan, onu oynamaya çalışacağım. İnsanın böyle ilk lütuf ve ihsanlara, ikinci bir defa mukabelesi aklın davası ve iradenin davasıdır. İnsan bu ilk lüfuflara aklım davası ve iradenin davasıyla, evet demesine gelince, ilk lütuflara şükür etmek ve hamd etmek demektir. Bir günde kırk defa rabbimizin huzuruna gelince Arafat’ta duruyor gibi bu meseleyi idrak ediyoruz.
17. Günde kırk defa kemerbesteyi ubudiyet içinde, küçüklüğümüzü idrakla, büyüklüğünün azametini ruhumuzda duyarak, rabbimizin huzurunda duruyoruz, Arafat’a çıkmış gibi ihramlı ve bütün bu cebri bizim irademiz içinde olmayan onun lütuflarını, dehlimiz bulunmayan lütuflarını; şu burnu buraya yerleştirme lütfunu, şu gözleri bu çukurlara yerleştirme lüftuna, şu elleri böyle mükemmel, en muhteşem bir abidenin uzuvları halinde, bize bahşetmesi lüfunu hatırlıyoruz.
18. Ve her uzvumuzun bir lutuf olduğunu hatırlatmak için de sahibi şeriat tarafından namaz çeşitli erkanları havi bulunuyor. El kaldırıyor, kol mafsallarını görüyoruz, parmak açıyor, parmakların oynamasına sabit oluyoruz. Gözlerimizi secdegahımıza dikiyoruz, gözlerin ne demek olduğuna şahit oluyoruz. Bel kırıyor, mafsalların eğilmesini görüyor, ayak büküyor, secdeye gidiyor, onların ne demek olduğunu anlıyor, ve bütün bu ilk lutuflara yine bir lütuf olarak itildiğimiz sahnede, kulluk sahnesinde, ubudiyet sahnesinde, tasmalı boyunlarımızla “elhamdülillahirabbilalemin” diyoruz.
19. 9:11 Günde kaç vakit namazın kırk rekatı bize “Elhamdülillahirrabbilalemin” derken başka geride kalmış, bu sahneye çıkamamışları geride görüyoruz. Ağaçları görüyoruz, o sahneye çıkamamışlar, insanın irtika(yükseldiği) ettiği sahneye çıkamamışlar. O ışıkların altında rol alamamışlar. Allah tarafından insanın oynadığı oyunu oynarken seslendirildiği gibi o sahnenin öyle bir seslendirilmeye mazhar olamamışlar. Emekleyen hayvanlara bakıyoruz, dört ayağı üzerine gezen hayvanlara bakıyoruz, yerinde duran ağaçlara bakıyoruz, ne yaptığını, ne ettiğini bilemeyen geride bıraktığımız bütün mahlukata bakıyoruz. “Elhamdülillahirrabbil alemin” diyoruz. Sana hamd ve sena olsun Allah'ım, bizim hiç bir dehlimiz olmadan bizi buraya ittin, buraya getirdin, kullukla serfiraz kıldın, İşte bu deyiş, bu evvelki mevhibeleri idrak ediş demektir. Bu aynı zamanda gelecek mevhibelere de bir mukaddime yapma, bir hazırlanma demektir. Vakıa geleceği de Allah lütfuyla verecek, ama biz böyle bir idrakla devreye girince Cenab-ı Hak, Elhamdülillah deyişimizi heder ve heba etmiyecektir. Eltaf-ı sübhaniyesinden ümit ediyoruz.
20. Böyle bir idrak, böyle bir ilk ihsanı ilk lütfu idrak etme kavrama ve bunun ezikliği bizi iki büklüm etmesi altında rabbin huzuruna gelme, Ahlâk-ı Âliye-yi İslamiye ile ahlâklanma demektir. Bu şükür bir ahlâklanma demektir. İtikattan adabın en ince noktasına kadar Hz. Muhammed (a.s.v.)'ın rehberliği altında kulluk bezmine girme bu bezmin adab ve erkanına riayet etme, burada sakii kimdir, burada rehber rehnuma kimdir. Bu halka-i zikir nasıl cereyan eder, burada ne denir, ne söylenir, bunlar onun rehberliği altında öğrenme ve takdim etme, Ahlâk-ı âliye-i Muhammediye (a.s.v.) ile mütehallik olma demektir.
21. Herşeyden, bize verilen herşeyden, verilmesi kararlaştırılan herşeyden, şöylesine Muhammedi bir gönle çok muhtac bulunuyoruz. Belki bütün dertlerimiz bu sayede onulacak, dertlerimiz dermana kavuşacak ve yaralı gönüllerimiz bu sayede şifâyâb olacaktır. Rahmet-i Rahimiyeti ve rahmaniyet-i namütenahi olan Hz. Allah bizleri bu lütuflarıyla serfiraz eylesin, tıpkı ilk lütuflarıyla serfiraz eylediği gibi. Biz, -arz ettiğim gibi- kainatta cereyan eden kanunları -yeri geldikçe bunu arz edeceğim- ancak Hz. Muhammed (a.s.v.)'ın bize rehberliğinden öğreneceğiz. Çünkü, kainatta mütecelli olan esma-i ilahi en ali makamda, herkese gösterecek şekilde en güzel temsil eden o Zât olmuştur. Allah ahlâkıyla en güzel ahlâklanan o Zât olmuştur. Hiç kimse onun o mükemmel hayatını tenkid edecek bir nokta bulamamış. Herkes onun senâhânı(öven) kesilmiş ve karşısında takdirle iki büklüm olmuştur. Kör ve sağır olan ümmeti Muhammed (a.s.v.) onu ne zaman anlayacak bekliyoruz. Camideki cemaatin kendi paygamberini tanıyacağı zamanı bekliyoruz. İki büklüm olan günde karşısına gelen cemaatın bu muhteşem rehnuma, ve rehber-i ekmeli tanıyacağı anı bekliyoruz. İntizar ediyoruz. Cenab-ı Hak fazla geciktirmesin.
22. Adabımızla bu hususta içten dolu oluşumuzla, duygularımızın hoşyarlığıyla biz bunu ifade edeceğiz. Bakışlarımız bile ifade eder bunu. Duruşumuz bile ifade eder bunu, mescidde bulunuşumuz bile ifade eder bunu. Binaenaleyh bütün ruhu canımla Hz. Muhammed (a.s.v.)'ı tanıyacağımız anı intizar ediyoruz diyorum. En ali makamda temsil eden zat için, bir evvelki derste de yine onu serlevha yaptım.
23. وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ Allah buyuruyor. Habibi zîşanım kasem olsun ki, yemin ediyorum, sana verdiğim şeyleri anlatma sadedinde yemin ediyorum, sen ahlâkın en âlisi üzerine mahluksun. Mecbursun, yaratılmış bulunuyorsun. Allah'ı Hz. Muhammed (a.s.v.)’ı Ahlâk-ı Âliyesini kendi yüzüne sena ederek anlatıyor.
24. Aişe-i Sıddıkaya (r.a) sorarlar. Müslim-i Şerifte görüyoruz. (r.a). Şundan şundan bize bahsedermisin, ediyor. Aleyhi’s- salatü vesselamın orucunu bize anlat. Anlatıyor; Aleyhissalatü vesselam oruç tutardı. Oruç tutardı ki biz, zannederdik ki hiç iftar etmiyor ve orucunu açardı ramazan’ın dışında öyle devam ettirirdi ki zannederdik hiç oruç tutmuyor. O fıtri insandı. Davranışları vakıa dikkati çekerdi, fakat öyle şey yapardı ki insan içinden geldiği zaman bol bol oruç tutar ve şayet başka bir şey düşündüyse kendi muhasebesi içinde bakardınız bırakır onu.
25. Rehberlik yaptığı cemaatin durumuna göre çok defa çocukların ayağıyla yürüyen anne baba gibi onların ayakarıyla yürürdü. Aman bu denli orucu ümmetim götüremez de ağır olur. Ve nitekim Ramazan-ı Şerifte onun gecelerini ihya maksadıyla bir gece, iki gece, üç gece mescid-i seriflerine, mescid-i nebevilerine çıkıyor. Dördüncü gece cemaat bekliyorlar, mescidde toplanmışlar. Yirmi rekat namaz kılacaklar. Fahr-i Kainat’ın arkasında bekliyorlar, bekliyorlar, çıkmıyor saadet hücresinden, öksürmeye başlıyorlar, hatta bazıları belki ona karşı edeb-i ihlal edecek mahiyette, kapısının önüne çakıl saçmaya başlıyorlar. Taşların sesine uyuyorsa şayet dışarıya çıkar namaz kıldırır bize, çıkmıyor dışarıya. Öteki gün cemaatin yanına geldiğinde bu durumu anlatıyor. Ne oluyor size öksürüyorsunuz kapımın önüne taş atıyorsunuz. Ben uyumuyordum. Yani kemerbeste-i ubudiyet içinde rabbimin karşısında hazır bulunuyordum. Fakat endişe ettim, ben devam edersem size de devam teklifi gelir. Kalkamazsınız altından diyordu.
26. Eğer adımlarını daraltıyor, bir çocuk gibi yürüyorsa şayet, ümmetine re’fet ve şefkatin ifadesi idi. O, kendi boyuna göre yürüdüğü zaman semaları adımlıyordu. Bir ayağı burada, bir ayağı kamerde, öbür ayağı güneş sisteminin dışında, Rabbisine karşı kullukta öyle yürüyordu ki bu kulluğun semeresi miraç bunu bize anlatıyor, melekleri geride bırakan bu tatlı, bu ulvi, bu semavi yolculuk, bize bunu anlatıyor. Hz. Muhammed peygamberliğiyle semaya çıkmadı (a.s.v.) Allah'a karşı kulluğuyla bemaya çıktı, Allah'ın binlerce salat ve selamı ona olsun. En ali şekilde kulluğu temsil eden bu müstesna zatı Allah anlatırken وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ Aişe’yi Sıddıkaya (r.a) sorarlar, ahlâki ne idi, orucu bu idi, namazı da bu idi sabahlara kadar ibadet ediyordu. Ama ahlâkı ne idi, Kur'an okumuyormusunuz? Okuyoruz. “Hulukuhu’l-Kur’an” buyuruyor. Onun Ahlâk-ı Kur'an’dı. Kur'an okuduğunuz zaman, birde Resülü Ekrem'in davranışlarına baktığınız zaman, kendisi için hazırlanan, adeta onun için yazılmış birşeyi oynuyordu sanki. Fatihadan minelcinneti ve nassına kadar, bir senaryo demeden sıkılıyorum, onun için dolambaçlı yollardan meseleyi arz ettim. Kelam-ı Kadim için böyle bir sözü şimdiye kadar kimse böyle bir sözü kullanmamış, edeb ettim kullanmadım.
27. Rabbin Kur'anla kendisine emrettiği herşeyi temsil ediyor ve oynuyordu. Hulukuhu’l- Kur'an Bütün kainatta cereyan eden ve Kur'an'ın atan kalbiyle muttasıl ifade ettiği büyük hakikatlar, Kainat kalbinin atmasına muhazi ve müsavi olarak atan Kur'an kalbinin, ifade ettiği büyük hakikat Hz. Muhammed'in (a.s.v.) çok seniy olan hayatında, muttasıl dalgalanma içindeydi. Hz. Muhammed (a.s.v.)'de dalganan bir şey vardı; Kur'an Ahlâkı. Neydi Kur'an ahlâkı? Kur'an Ahlâkı Kur'an da Allah'ın isimlerinin cilvelenmesinden ibaretti. Allah’ın sıfatlarının dalgalanmasından ibaretti. Zat-ı uluhiyetteki idrakteki mübhemliklerden ibaretti. Mevcud-i meçhul kavrayışından ibaretti. “Mâ arafnâke hakka marifetike” bezminin dersinden ibaretti. Onun için, yine Resül-ü Ekrem, Taberani’ni rivayet ettiği bir hadisi şerifte şöyle buyururlar. Onu rivayet eden sahabinin sözü olarak. “el-Huluku’l-hasen, hulukullahi’l-a’zam” Güzel ahlâk Allah'ın ahlâkıdır. Yani Hz. Muhammed (a.s.v.) Allah ahlâkıyla mutahallik bulunuyordu. O buna hahişkar idi. Bunun arzusuyla dolup taşıyordu. Onun için yine Hz. Ali'nin (r.a) ifade ettiği ; ve müslim-i şerifte bulunan şu sözde bu ahlâkı istiyordu. “Allahümmehdinî li ahseni’l-ahlak.La yehdî li ahsenihâ illa ente. Ve lâ yasrifu an seyyihâ illâ ente.” –ev kemâ kale-
28. Allah'ım beni ahlâkın en güzeline hidayet eyle. Zira güzeline sen hidayet edersin. Ahlâkın kötüsünü bendan al götür, beni ondan uzaklaştır. Zira ahlâkın kötüsünden uzaklaştıran da sensin ve bir başka defasında adeta bir endam aynası karşısında kendisine bakıyor gibi, Ahmet Hanbelin rivayetine göre şöyle diyordu.:”Allahümme kemâ ahsente halkî, fe aksin hulukî” Allah'ım hilkatımı güzel yaptığın gibi, şu gözlerle beni donattığın gibi, şu nasiyeyi buraya yerleştirdiğin gibi şu kaşları buraya tespit ettiğin gibi , şu kulakları yerli yerine buraya koyduğun gibi, onların şekilleriyle aşıkları dile getirecek hüviyeti onlara kazandırdığın gibi, şu ellerimi mafsallarla süslediğin, donattığın gibi bana bu kameti balayi verdiğin gibi, iç ulviyyetine ulaştırdığın gibi, ahlâkımı da mükemmel yap, diyordu. Hz. Muhammed (a.s.v.) ve bunun manası şu idi,
29. O endam aynasının karşısında kensidine bakarken bakıyordu ki; Allah'ın varlık libası giydirdiği başka mahluklar var. Bunların kimisi yulan gibi yerde sürünüyor, kimisi akrepler gibi kör dolaşıyor. Kimisi behaim gibi bıçak boynuna geleceği ana kadar işin önünü ve sonunu bilmiyor. Kimisi ağaçlar gibi yerinde duruyor mahsun, kainattan habersiz yaşıyor. Bir arı kadar dahi marifet adına ağırlık taşımıyor. Kendi verasında yaptığı kulluk miraçıyla, âli bir mevkiye yükselen Hz. Muhammed (a.s.v.) geriye bakıyor, arkada bıraktığı herşeye bakıyor. Ve sonra mahiyet-i ulviyesine bakıyor. Bu idrak içinde iyice tüllenen ve bir kamer halini alan ve Hz. Cabir’in ifadesiyle “Vallahi ayın on dördünde bir kamere baktım bir de ona baktım, o bana daha parlak görünüyordu.” Sözünü söylettiren Hz. Muhammed (a.s.v.) iç edâ ve endamın dışa aksetmesi ile kendine bakıyor ve şöyle diyordu. Bana verdiğin şeyi şu gerideki hiç kimseye vermemişsin, hatta arkamda bulunan el bağlayıp duran Hz. Muhammed'e uydum diyen, “Radinâ billahi Rabben. Ve bi’l-islâmi dinen. Ve bi Muhammedin Rasula.” sözüyle ahd-i peymanda bulunan cemaata bile vermedin. Zira beni çok ayrı ve müstesna şeylerle serfiraz kıldın.
30. Şu cebri verdiğin şeyler karşısında verdiğini sana söyleyerek, verici olduğunu senin huzurunda yeniden dile getirerek, vermeyi sevdiğini ifade ederek, senden bir şey daha vermeni istiyorum. “Beni ahlâk-ı âliyeyle âli kıl Allah'ım” diyen Hz. Muhammed (a.s.v.) ne demeni ne düşünmeni sana gösteriyor. Ne demeni, ne söylemeni sana öğretiyor. Nasıl düşünmeni, nasıl davranmanı sana öğretiyor. Allah idrak ettirsin (c.c).
31. O, elhak, bu meseleyi en âli şekilde idrak etmiş; bu işin hakkını en âli şekilde vermiş. İlk lütuflar ve ilk ihsanlar ondan bin kat şükür görmüşler, bütün hayatı şükürle gezmiş, yine bildiğiniz bir şeyle, meseleyi tenvir edeyim. Biraz evvel seyyidetina Hz. Aişeye O'nun kulluğu sorulurken, kulluğuna dair anlattığı tablolar içinde, ayakları şişinceye kadar yatmadığını ifade eden sözlerini de buluyoruz. Busayri bu hususu destanlaştırırken, şöyler diyor. “Zalemtü, men ahye’z-zalame ila en işteket kademâhu durra min verami.” Ben o sultan-ı zişanın sünnetlerine öyle muhalefet ettim ki, gece bütün karanlık boyunca ayakları şişinceye kadar yatmız, ayakta dururda. Bense gecenin tatlılığını döşekte çıkarıyorum. Rab sema-i dünyaya nuzul buyurup. Yok mu bana el kaldırıp dua edecek kimse, yok mu istiğfar edecek kimse, yok mu kulluğunu idrak edecek kimse kendisine eltâf-ı sübhaniyem ile muamelede bulunayım dediği andan itibaren, Hz. Muhammed (a.s.v.) elleri bağlı ve rabbisinin karşısında bulunuyordu. Kendisine dedim ki; Ya Resulallah, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret buyurdu. Niçin bu kadar kendine bu kadar eza ediyorsun . لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا 2
32. Nasiye-i Nebevide adeta bir levha gibi yazılı. Allah geçmişte ve gelecekte hatırından geçecek dahi olsa silmiş süpürmüş temizlemiş. Seni müstesna bir mevkiye yükseltmiş ki o müstesna mevkide katip yazdığı deftere yazarken günah yazılmıyor o makamda. Sen cennet makamında yaşıyor gibi yaşıyorsun. Orada kalemler defterler üzerinde günah hesabına bir şey yazmıyor. O mualla mevkiye yükselmiş bulunuyorsun. Aişe-i Sıddıka gibi çok zekiye bir kadından böyle bir soruyu duyunca, Resulallah (s.a.v.) “Efelâ ekunü abden şekura.” Beni bu kadar nimetlerle perverde eden rabbime ben de o kadar şükretmiyeyim mi? Cebri ve lütfi olarak bu kadar ihsanlarla beni donatan rabbime hamd-u senada bulunmayayım mı diyordu. Meselenin ruhunu kavrayabiliyorsak geçmişte Allah’ın bize olan eltaf-ı sübhaniyesine şu ana kadar olan nimetlerine biz şükürle mukabele etme mecburiyetindeyiz.
33. Ve bu idrak ve temiz niyyet, iradenin bu davada dik ve zinde bulunuşu. Rabbin rahmetinden ümit ediyoruz cenneti bize kazandıracaktır.
34. Ahlâk dediğimiz şey bir evvelki derstede arz ettiğim gibi evvela Allah'la münasebetle beraber, Allah'la münasebetle devreye girmeyen bir insanda ahlâktan bahsetmek mümkün değildir. Kendinde imanın sırrı tecelli etmeyen, islamın ruhu zuhur etmeyen ve ihsan sırrını temsil etmeyen bir insanın eksiksiz, kusursuz ahlâk-ı âliyeyi yaşaması düşünülemez. Binalenaleyh o evvela Allah'a merbutiyetle, bağlılıkla, idrakla işe başlayacak ve sonra ihmiraflarını yine rabbin emirleri istikametinde gidermeye çalışacak. Ve mesele tedelli edipte insanlar arasına gelince insanlarla iyi münasebet içinde bulunacak. Kimler ne demiş onu size intikal ettireceğim. “ittekıllahe haysümâ künte.Ve etbiisseyyiete’l-hasenete temhuhâ.Ve halıkı’n-nase bi hulukin hasen.” bu üç merhaleyi bize anlatmaktadır.
35. “İttekılahe haysümâ künte.” Nerede olursan ol, Allah'a karşı ittika içinde bulun. Çok saygılı ol, yoktan seni var eden, varlığında sana varlığını duyuran ve her halukarda ancak varlığıyla seni duyuracağını sana ihsas ettiren Hz. Allah'tan nerede bulunursan bılın ona karşı çok saygılı ol, ve ondan kork. “İttekılahe haysümâ künte.Ve etbiisseyyiete’l-hasene”Mahiyetin muktezası, sana şehvet hisleri verilmiş. Sana behimi hisler verilmiş. Sana akıl verilmiş, sana gazap verilmiş , öfke verilmiş şiddet verilmiş, daha sana, neticesi itibariyle çok güzel olmakla beraber, fakat zahiri nazırla çok eracif gibi şeyler verilmiş. Binalenaleyh bunlar hükmünü icra edecekler. Ve sen de inhiraf edeceksin, inhirafların olacak sen zikzaklar çizerek yürüyeceksin, düştüğün zaman da hemen seyyienin arkasında hemen bir hasene yapıştırıver, zira bir günah işlersin, eğer o eğri yoldan dönmezsen başaşağı gidersin. Ve senin Allah'la münasebetinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi insanlar arasında iyi münasebetine temas etmek de mümkün değildir.
36. “Ve etbiisseyyiete’l-hasene” senin arkandan daima senin kendisine döneceğini bekleyen Allah (c.c) yüzünü eğri istikametlere çevirdiğin zaman yine sahih hadisin ifadesiyle çölde yüküyle beraber devesini kaybeden bir insanın intizarı içinde senin dönüp geleceğin anı beklemektedir. Allah, yüküyle beraber devesini kaybeden insan, devesini bulduğu an sevindiğinden daha çok eğrilmiş bir kulun istikamet kazanıp, kendisine döndüğü an sevinir diyor. Allah Resulu (S.A.V) nasıl sevinir, bu mukaddes fereh nedir, bunu bilemeyor idrak edemiyoruz. Amma Resülu Ekrem (a.s.v.) “Lellahu efrahu bi tevbeti abdihi” buyurur. "Kulunun tövbesiyle Allah sevinç içindedir."
37. Siz inhiraf edeceksiniz. Bu mahiyetinizin muktezası, camiden çıktığınız zaman rabbinizin huzurunda bulunmayı unutacaksınız. Böyle bir bezme şuur içinde girmeyi düşünemeyeceksiniz. Eğriler çizeceksiniz ve fakat arkasından ikinci haseneyi yapıştıracaksınız. İkindi ezan-ı Muhammedi okununca kendinize geleceksiniz. Hemen bu seyyielerin büyüğünün ve küçüğünün arkasına hemen bir hasene yapıştırıvereceksiniz. Olduğunu alıp götürecek yine tertemiz olarak mescidden çıkacaksınız. Çaya girmiş, yıkanmış gibi bunu da Tirmizi’nin sahih hadisi ifade ediyor. Çaya dalmış, arınmış gibi çıkacaksını, Tertemiz olarak. İnhiraflarınızı düzelteceksiniz. “Ve halıkınnase bi hulukın hasen”. Merhalenin üçüncü kademesi, üçüncü basamağı, seyyiatın üçüncü basamağı, üçüncü merhalesi, “Ve halıkınnase bi hulukın hasen” insanlarla da iyi münasebette bulunacaksınız. İyi ahlâkla muamele edeceksiniz insanlara. Ama başı öyle başlamayan bir yolda insanlarla iyi muameleden bahs etmek mümkün değildir. Binaenaleyh Allah'a imanla piste girildiği zaman inhirafları düzeltme imkanı doğduğu gibi aynı zamanda insanlar içinde de müstakim yaşama imkanı doğuyor. “Ve halıkınnase bi hulukın hasen”sözü “İttekılahe haysümâ künte.” sözüne bağlıdır. Hem sım sıkı bağlıdır. Binalenaleyh onu, ondan ayırmak mümkün değildir. Onun içindir ki imanından adabına kadar muvazene içinde yapılmış, yaratılmış, inşa edilmiş bir ağaç mahiyetindedir.
38. Müminin hâl ve mahiyeti, daha doğrusu onda mütecelli olan ilahi ahlâk, ahlâk-ı Muhammedî (a.s.v.) ile bir ağaç gibi muvazene içindedir. Ölçülüdür, hiçbir ressamın gözünü tırmalayacak birşey yoktur. İtikattan ihadete, ikadetten muamelete, muameletten adaba kadar herşeyde öyle tatlı bir muvazene vardır ki hiçbir ressam o kadar tatlı bir şey resmedemez. Allah-ü Teala ve Tekeddas Hazretleri Ahlâk-ı Âliye ile mütehallik eylesin. Ve bu ali ahlâk ile mütehallik olduğumuz müddetçe de yüzümüz yerde kalmayacaktır.
39. Bunu size anlatmış değilim. Ahlâk'ın daha tek maddesine temas etmedim. Bir evvelki derste sadece iki üç hususu zikretmek suretiyle bir muvazene vermeye çalıştım. Belki bu derte yine o konunun hulasasına temas edeceğim. Ahlâk'ın madde be madde menfisiyle müsbetiyle huzurunuza getirecek, önümüzdeki derslerde size arz edeceğim. Ahlâk âliye ile mütehallik olan bir yüz yerde kalmayacaktır.
40. Güzel ahlâklı bir insan, itikadı mazbut, amel ve davranışları iyi ve sonra insanlarla iyi münasebet içinde bulunan, kimseyi kırmayan ve darıltmayan, herkesin hukukuna riayet eden, kendi hukuku kadar başkalarının hukukunu da gözeten, kendi ırz ve namusu kadar, başkalarının ırzının, namusunun korunması konusunda da hassasiyet izhar eden kendi malını müdafaa hususunda gösterdiği hassasiyet kadar, başkalarının malını koruma ve muhafaza hususunda da hassasiyet izhar eden ve bir vatanı hanesi gibi bilen ve ona göre de insanlığa karşı alakası da olan insan, bu yüz yerde kalmayacaktır. Yine fahri kainat efendimiz buyuruyor. “Raeytü’l-barihate acaben. Raeytü racülen min ümmetî. Câfiyen ala rükbeteyh. Beynehu ve beynallahi hicabün. Sümme cae hüsn-ü hulukuhi fe edhalehu alallâhi teâlâ.” Dün gece çok acayıp bir şey gördüm, cidde çok acayip bir şey gördüm. Bir adam gördüm ümmetimden bir insandı bu dizleri üzerine çökmüş, adeta el aman, el aman diyordu. İflahı kesilmişlik içinde, bitmişlik, tükenmişlik içindeydi. Allah'la kendi arasında bir hicab vardı. Bir türlü kurbiyet kazanamıyordu. Halbuki onu rahmetiyle rezonans olamayan her varlık baş aşağı cehenneme gidecektir. İşte o da iliklerine kadar bu endişeyi yaşıyordu. Birden bire o dayidâr edici bu ahval içinde iken temessül etmiş, yüce ahlâkı geliverdi. Onun önüne düşünce Allah'la arasındaki hicab da kalkıverdi. Birden bire rabbisiyle yüzyüze geliverdi. Bu acaibi dün gece gördüm, buyuruyor Hz. Muhammed (S.A.V).
41. Siz de bir gün diz germiş olarak, beliniz bükülmüşte dize çökmüş olarak, cehennemin şefiri üzerinde yıkılıpta içine yıkılacağınız mahiyette sıkıldığınız zaman âli ahlâkınız, yaşadığınız şey, temessül etmiş olarak karşısınza çıkacak. Orada gösterdiğiniz güzel tablolar hürmetine, Allah sizi perişan ve derbeder etmeyecek.
42. Bunun manası şudur, bir hayat yaşamışınız. Bir şey söylemiyorsunuz. Mescidde hayat yaşamışsınız. Hayatınız sinema şeridine alınmış, muhafaza edilmiş. Oturduğunuz meclislerde Allah'tan, peygamberden bahsetmişsiniz. Her haneyi mescid haline getirmişsiniz. Her hanenin kubbesi, mescidlerin kubbesi kadar yükselmiş sizin zikrinizle, fikrinizle, gecenin karanlıkları sizin aydın düşüncelerinizle aydınlanmış, mahşerin sabahı gibi herşey pırıl pırıl ve berrak hale gelmiş ve bütün bunlar sinema şeridine alınmış.
43. Mahşerle beraber sizin başınızda dönen sinema şeritleri var. Herkes serencamesini, sergüzeşt-i hayatını seyrediyor. Ve onlara bakacaksınız. Kendi davanızın savcısı yeni ifadesiyle siz olacaksınız. İşte böyle bir mümin güzel ahlâkla yaşamış bir mümin, ahlâk-ı âliyeyi temsil etmiş bir mümin, Muhammed'i bir gönülle bulunmuş bir mümin (s.a.s.). Sinema şeridi başında oynarken o da rabbisinin huzurunda bir kısım seyyiatından dize gelmiş iken, kusurları kendisini batırmışken, rahmet-i ilahi ile kendi arasına onu serencamesi, sergüzeşt-i hayatı giriveriyor. Şu camideki mümin, şu ramazanda Ağustos ayında dudakları kurumuş, oruçtan susamış mümin ağzı açlıktan kokan mümin, ehramı sırtında sıcak günlerde, bura benim, şurası senin, burası Mina, burası Müzdelife, burası Arafat diye koşturan mümin. Terleyip kazanıp, malından ayırıp sağa, sola verdiği mümin açıkca hepsi gösteriliyor orada. İşte bu mümin yüzü yerde kalmamalı diyecek. Rahmet imdada koşacak, ve güzel ahlâk o kapıyı vuracak. Güzel ahlâkın sesiyle Allah’ın kapısı açılacak ve sen Allah'ın lütuflarından bol bol istifade etme imkanı bulacaksın. Cenab-ı Hak seni, beni, ümmet-i Muhammed (a.s.v.)'ı herkesin sıkıştığı o günde dayidâr olmadan muhafaza buyusun. Eltaf-ı sübhaniyesiyle burada bizleri serfiraz kıldığı gibi yakında yaşamaya ve orada da yine eltaf-ı subhaniyesi ile serefyab olmaya muvaffak eylesin.
44. Nedir acaba? İnsanı yücelten bu güzel ahlâk. Ahlâk-ı hasene dediğimiz şey nedir? Bunun tarifini verebilir, bu mevzuda bir fikir intikal ettirebilir miyiz. Seyyidina Hz. Ali
45. “İctinabu’l-meharim. Ve talebü’l-halal. Ve’t-tevsiatü ale’l-iyal.” sözüyle meseleyi anlatıyor. Allah'ın yasak ettiği şeylerden tir tir titreme ve kaçma diyor. Helalin arkasına düşme diyor. Cami sözler bunlar, ve ailesini de çok iyi geçindirme evvela aile için iyi bir ferd olma, iyi bir aile ferdi olma.maruf ile onların rızıklarını temin etme, onların bakım ve görümünü yapma” sözüyle anlatıyor. İbn Abbas diyor ki o bir esastır, temeldir. “Li külli şeyin esasün ev binaün. Ve binâü’l-islami el-hulukul-hasen.” Herşeyin bir temeli, bir kaidesi vardır. Onun üzerine oturur. Güzel huylu olma, malayım olma, herkes ile münasebete geçmeye müheyya olunma. Bu da İslamın temelidir diyor. Hasan-ı Basri şu şekilde bir tarifte sahneye çıkıyor.
46. “Bastü’l-vech ve keffü’l-ezâ” Güleç yüzlü olma, daima basta( genişlik) mazhar bulunma, daima rahmet-i ilahiyi güldürecek davranış içinde bulunma. Hz. Muhammed (a.s.v.)'i güldürecek davranış içinde bulunma. Müminleri güldürecek davranış içinde bulunma. Bast-i vech (yüz genişliği) içinde bulunma “ve keffü’l-ezâ” eziyetten elini çekme, fenalıklara elini sokmama. Cami bir söz. Yahya ibn-i Muaz meseleyi anlatırken.
47. “Sûi’-l-huluk seyyietün, La tenfeu maaha kesretü’l-hasenât.Ve hüsnü’l-huluk hasenetün. La tedurru maahâ kesretü’s-seyyiât.”Yaptığınız iyilikler, onunla beraber faydasız hale gelir, tesir etmez diyor. Ve güzel huya gelince, Rabbin istediği gibi sıfatlarla sıfatlanmaya gelince o da öyle bir şeydir ki bir kısım günahlarınız olsa dahi, sizi boğacak hale gelse dahi o güzel huyla beraber günahlar size zarar vermeyecektir diyor. Bütün bunlar, bu muhteşem meselenin sağından solundan tutma bir kısım yönlerini ifade etme, işin esasına gelince o kainat çapında tecelli eden, esma-i ilahi temsilden ibarettir.
48. Ahlâk esma-i ilahiyi temsilden ibarettir. Ariz ve amîk (geniş), ondan misaller intikal ettirmek suretiyle göstereceğim meselenin bu günkü derse göre icmali mahiyeti şudur. Allah kerîmdir, kerim olacaksınız. Allah cevaddır cevad olacaksınız. Allah (c.c) muhsindir muhsin olacaksınız. Allah hayiydir, kendinde haya vardır. Zat-ı uluhiyetine ne denli yakışır şekilde nasıl münezzeh keyfiyet içinde, -hatta keyfiyet sözü de caiz mi kullanmak değil veya münakaşası yapılır-. Allah hayiydir, sizde hayalı olacaksınız.
49. Kainatta tecelli eden esma-ı ilahi ile mutehallik olacak onları temsil edeceksiniz. Allah'la münasebete gireceksiniz. Esma-i ilahi mütecellidir. Siz şayet almacınızı ona göre ayarlarsanız. Rahmet belli bir frekanstan size gönderme yapıyor, insanlık frekansından. Hayvana hayvanlık frekansından, Nebata nebatatlık frekansından gönderme yapıyor. Size bir frekanstan gönderme yapıyor. Almacınızı ona göre ayarlarsanız şayet ekranınıza intikal eden esma-i ilahi göreceksiniz. Mirâtı ruhunuza intikal edecektir. Ve bu içinizde duyduğunuz şeyler davranışlarınıza taşacaktır.
50. Siz mükemmel bir mümin olarak yaşama imkanını bulacaksınız. Tekrar sanki aynı şeye dönmüş oluyoruz. Çünkü aynı mevzunu arz ediyorum size. Gönlünüz böyle bir şey için müheyya değilse, mirat-ı ruhunuzda tabir caizse Allah mütecelli değilse, isimleriyle Allah mütecelli değilse sizin ahlâkınızdan bahsetmek mümkün değildir. Evvela Allah sizde mütecelli olacak, gönlünüz açık olacak ona karşı ve sonra ondan size intikal eden şeyleri davranışlarınızın dili ifade edecektir. Kapalı ve katı bir kalbin alacağı bir şey olmadığı için vereceği bir şeyde olmayacaktır. Öyleyse “İttekılahe haysümâ künte.” Serlevha mualla mevkini muhafaza ediyor. “Ve halikınnâse bi hulukin hasenin.” ona bağlı birşeydir. O varsa bu da olacaktır. Öbür türlü sunilik olacaktır. Artistlik olacaktır. Laflarınız beylik olacaktır. Davranışlarınızda riyakarlık olacaktır.-Hafizanallahu ve iyyaküm-
51. Ve onun içindir ki yine, Allah'a inanmayan insanın ahlâkına da inanmıyoruz. Zira böyle kökten ve gönülden gelmeyen, içten doğmayan, vicdanın dliyle terennüm edilmeyen bir ahlakın -hele devamlı olması- asla mevzu bahis değildir.
52. Kainatta tecelli eden isimleri temsil “Ahlâk” diyoruz. Nasıl temsil edeceğiz bunu? Bu işi nasıl yapacak, nasıl becerecek, ve nasıl ahlâklı insanlar sınıfı saffı arasına girecek. Ahlâk-ı âliyeyi ilahiyeyle ahlâklanmış olarak yaşayacağız. Cenab-ı Hak'kın bu mevzuda hususi eltafına mazhar olan kimseler vardır. Koruduğu kimseler vardır. Biz zayıfleri Cenab-ı Vacibü’l-Vucud, Rahman ve rahimiyetiyle muhafaza buyursun ve korusun.
53. Pek çokları hayatlarının belli bir dönemecine kadar, korunduklarını hissederler, ben bütün inhiraflarıma yalnızlıklarıma rağmen, şaki olabilmeye musait bir ruhum olduğu için. Rabbime bulunduğum şu kırkın üstündeki yaşımda, sonsuz hamd ve senalarımı takdim ediyorum.
54. Ancak geriye baktığım zaman içine düşebileceğim çukurları düşündükçe ürperiyorum, korkuyorum. Ve bunların içine düşürmeden beni koruyan, ben farkına varmadan şuurum taalluk etmeden, her girizgahta korkunç bir şaki olabilmem muhtemelken, beni bu noktaya kadar adi bir insan olarak dahi getirmiş olan Hz. Allah'a sonsuz minnet ve şükranlarımı arz ediyorum.
55. Yemin ederim zat-ı uluhiyetine, belki hergün bunu vicdanımda duyuyorum. Ben ancak bir eşkıya olabilirdim. Beni sen şu mümin cemaat içinde, hele hiç liyakatım olmadığı halde onlara seslenebilme mevkini îla buyurman, öyle bir lütuf ki Alvar imam Merhumun dediği gibi diyorum.
56. Değildir bu bana layık bu bende,
57. Bana bu lütuf ile ihsan nedendir.” diyordu.
58. Buna mazhar olacak insanlar vardır. Allah'ın lütfuna mazhar olan insanlar vardır. Fakat daha sonra onlar irade ve aklın hakkını vererek irade ve aklı çok iyi kullanarak, hakikaten o meseleye liyakatlerini isbat etmişlerdir. Hz. Muhammed gibi (a.s.v.). ashab-ı Resulullah gibi Allah'ın ridvanı onların üzerine olsun. Ismarlama insan gibi bunlar liyakatlarını ızhar etmişlerdir. Fakat işin objektif yönüne gelince, Ahlâk kazanılır. Ahlâk kesbedilir. İnsan ahlâkla temessül eder. Alacağı şeyleri alır, temsil eder ve Hz. Muhammed şeklinde (a.s.v.) görünmeye çalışır. İşte bunun yolu nedir? Biz, müstesna birinci sınıfı bir tarafa bırakalım. Allah onlara himaye etmiş, korumuş, günahlara batırmamış. Bir tarafa bırakalım, siz belki içinizde bir kısmınız -yani içinde bana benzeyenleriniz, yani gıtlağına kadar günaha girmiş olanlarınız- Bu günahtan çıkmanın yolu ve yeniden Cenab-ı Hakk’ın rıza ve rıdvanını bulmanın yolu Hz. Muhammed (a.s.v.) arkasında yer almanın yolu nedir? bunu görelim.
59. Esma-i ilahiyi temsil eden insan temsil etme yolunda gayret sarfedecek. Bir yönüyle esma-i ilahiyi temsil etme noktasında gayret sarfederken , onları yaşamaya çalışırken bir yönüyle da dikkatinizi rica edeyim. İnsan olmanın muktezası , gereği olarak mahiyetinde bulunan, bir kısım muzır gibi görünen maddeleri iyi işletmeye bakacak o menfi yönlerden dahi istifade etmeye çalışacak, bunu bir evvelki derste açık kapalı arz ettim. Mesela akıl Allah’ın insana bir lütfudur. Akıl su-i istimal edilebilir. Edildiği zaman aklın su istimal edilmiş ifratından cerbeze çıkar. Diyaliktik çıkar, muğalata çıkar, insanları aldatma çıkar. Dinin rehberliği altında yürütülmeyen bir akıl, Hz. Muhammed'e inkıyad edmeyen bir akıl, Kur'an'ın ışığı altında şekillenmeyen vaziyet almaya bir akıl, ifratıyla cerbezeye girecek, aldatmaya girecek, siyaset, nutuk meydanlarında tayfa toplamak için çirkin bağırmalar, ve çağırmalar, çığırtkanlıklar şeklinde kendisini gösterecektir. Bu ise sıratı müstakimden başaşağı düşme demektir.
60. Birde yine aynı rehberlik altında yürümeyen aklın tefriti vardır. Beladettir. Belahettir hiç bir şeyi anlamama ve hiç bir şeyi idrak edememe demektir. Şu kainatta binlerce ayet-ü beyyinatın yanından yürürken safha safha kainat ona intikal ederken, ve Allah'ın ayetleri gökten yağıyor gibi başına gelirken, bunlardan hiç bir şey anlamadan kulağı kapalı gözü kapalı kör ve kalpsiz olarak yaşama vardır. O da beladettir ve belahettir(ahmaklık). Hiç bir şey anlamayan insanlar var. Hatta okumuşlar arasında bile bağışlarsanız arz edeyim, bu tür ahmaklar “La yuad ve la yuhsâ”(sayılamayacak kadar) hem pek çok var. Zira
61. سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ 146
62. Bütün ayetleri görseler inanmıyorlar. İnsan teşrihine şahit oluyor, inanmıyorlar. Şu mahiyeti muhteşemeye nigahbân oluyorlar, inanmıyorlar. Baharı görüyor, inanmıyor, rısaleler gökten geliyor gibi Allah'tan fermanlar gelir, her tarafta mucize dilleri konuşuyor inanmıyorlar. Bütün bunları görüyor inanmıyorlar. Rüşdün hidayet yoluna görüyor ama uymuyor, yol ittihaz etmiyor. Gayyın ve taşkınlığın sapıklığın yalunu görünce yol budur deyip onun içine giriyor. Binalenaleyh, bir de böyle akılsızca davrananlar vardır ki bu da yine aklın su-i istimal edilmiş şekli. Hz. Muhammedsiz bir akıl (a.s.v.). Kur'ansız bir akıl, vahy-i semavi rehberliğini kabul etmeyen bir akıl. İfratı da sapıklık, tefriti de sapıklık. İtidaline gelince tefettün ve tedebbür bu ayetleri düşünecek, eline geçirdiği herşeyi teşrih masasına yatıracak. İnceden ince tetkik edecek, göz karşısında tepem attı demeyecek, Darwin'in gibi, ne muhteşem sanat diyecek, göz için secde ediyorum deyip secdeye yapanacak, kulağı tetkik edecek, burnu tetkik edecek, onu size intikal ettirirken demiştim.
63. Burun mutehassısı burnu anlatırken, ne muhteşem abidesin diyor, senin karşında kemal-i tazimle rükua gidiyorum diyor. O da Allah'ın karşısında rukua gidecektir. Tedebbür ve tefettündür. İdrak ve kavramadır. Binalenaleyh bu ise aklın itidalidir. Yani adalette bulunması demektir. İnsanın mahiyetindeki menfi şeyleri bile, müsbet şeylere irca etmek suretiyle onlardan semere almaya çalışacaktır Ahlâklı insan. Haddi zatında işte bununla ahlâklanmış olacaktır.
64. Şehevi hisler onların da su-i istimali var. Şehevi hisleri su istimal ettiği zaman bir şey için insana verilmiştir. İnsanlık devam etsin, nesil devam etsin. İnsanlar yeryüzünü onarsın tamir etsinler. Medeniyetler, umranlar kursunlar. Milletlerin nesilleri devam etsin. Bu- günküler yarınkiler için çalışsınlar ve böylece Allah insanda da tecelli etsin. İnsanla da kendisini görsün. İnsan meşherinde de yine seyircilerine bir şeyler göstersin. Maksad-ı ilahi bu. Neslin devam etmesi için, insanlığın devam etmesi için şehvet hiss insana verilmiş.
65. Su istimal ettiğiniz zaman başınıza gaile çıkarıyorsunuz. Zira bunun su istimal edilmiş şekli helal- haram demeden, herşeye saldırma şeklinde kendini gösterir. Her kadına sahip çıkma şeklinde kendini gösterir, her yolla tatmin edilme şeklinde kendisini gösterir. Bu yolda, her yolu meşru sayacak şeklinde kendisini gösterir. Böylesine su-istimal edilmiş bir şehevi duygudan kadın, kız içinde hayat yaşayan sefil ve sefih ruhları görürsünüz. Gırtlağına kadar livataya inhimak etmiş, mesh olmuş insan, fakat, hayvanlaşmış mahlukları görürsünüz. Ve her kesin ırzına namusunu göz dikmiş behaimi görürsünüz. İfrat edilmiş, su-i istimal edilmiş bir şehevi duygudur bu.
66. Resulu Ekrem'in rehberliğinden şehvet hissini kopardığınız zaman, onun içinde buna bir şekil ve biçim vermediğiniz zaman mahvetmiş olursunuz. Bu ifratı, bunun tefritinde de ruhbanlık görürsünüz. Bu ise hadd-i vasat. Muhammedi bir temsil.s.a.s. Ve Hz.Muhammed’in yolunu temsil s.a.s.
67. Öfkeyi de öyle arz etmiştim ve biraz da öfkeli arz etmiştim. Gazab hisisini de öyle arz etmiştim. İfrat şeklinde olan hali onun, olmayacak şeylerden tehevvür etmeler, tecebbürler, tahakkümler, tağallüpler, mezelletler başkalarına zulmetmeler. Cevirler cefalar, hep bu kötü huyun eseridir. Bazıları boyun eğer mezellet içinde bulunurlar. Bazıları da onu zelil kılarlar, mütecebbirlik, mütekebbirlik yaparlar. Su-i istimal edilmiş bir öfkedir. Öbür tarafında su istimal edilmiş şekline gelince, ırz çiğnenirken mal payimal olunurken Akif diyor,
68. “Irzımızdır çiğnenen, namusumuzdur doğranan" derken bu meseleyi anlatıyor. Bunların karşısında hissiz ve sessiz kalma. Boynunuzu koparacakları ana kadar hissiz ve sessiz kalma. Elde senin ayak da senindir derken, bütün bunlara karşı isyanları görüyoruz. Kurtarmaya azmin niçin böyle süreksiz. Sen mi yoksa ümidin mi yüreksiz? Derken hep bu mevzuda isyanlarını hatırlatır. Memleket çiğnenirken, bir avuç şakî memlekette hüküm sürerken ve halk dükkünlarının kapatırken bu bir avuç şaki karşısında kaçakten her cephede bozgun meydana gelirken ve baş aşağı bir milletin korkunç sukutu müşahade edilirken, burada gazap duygusunun su istimal edilmiş şekline şahit oluyoruz. Haddi itidali, her yerde kızmama,
69. “Eşiddau ale’l-küffar- Ruhamai beynehüm.” Müminlerin arasında refik mi refik, şefik mi şefik, tevazu kanatları yerlere kadar inmiş, bir tevazu meleği gibi hareket etme. Binalenaleyh, bir yönüyle Allah'ın isimlerini temsil eden fert, Ahlâk-ı âliye-i ilahiye ile ahlâklanmış oluyor. Bir yönüyle de, beşer olmanın gereği olarak mahiyetine konan akıl, mahiyetine konan şehvet, mahiyetine konan gazap, mahiyetine konan hased, mahiyetine konan inad, mahiyetine konan muhabbet, bunları su-i istimalden koruyacak orta yolu bulacak,
70. “Ve kezzalike cealnaküm ümmeten vasatan” Allah'ın ferman-ı sübhaniyesine lebbeyk Allah'ım diyecek. Ben siz ümmeti vasad kıldım. İfrat ve tefrit ümmeti değil, orta ümmet kıldım. Her duygu ve her düşünce de orta ümmet kıldım. Sözüne o da lebbeyk diyecek, o yola girecek, ve kulluk Arafat’ına doğru azm-i râh edecek, irtika edecek.(yükselmek) Oraya çıktığı gün ahlâk-ı âliye ile mütehallik olacak, Cenab-ı Hak bu ahlâk ile bizleri ahlâklandırsın. Hz. Muhammed (a.s.v.) rehberliği altında bizleri aziz ve payidar eylesin.
71. Önümüzdeki derste bazı maddeleri ile bunu, yine aynı muvazene ve ölçüler içinde menfilerini ve manasıyla, mahiyetiyle felsefesiyle müsbetlerini intikal ettirecek, rabbimin izni müsadesi nisbetinde yine arz etmeye çalışacağım. Allah (c.c) bizleri, hepimizi beraber rızasından ayırmasın. Rızasını tahsil istikametinde kaim ve daim eylesin.
72. Lillahi Teale’l-Fatiha.