TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

.
   
  ELMA DİYARI KAYADİBİ....
  Ahlaki mülahazalar
 

1. AHLÂKİ MÜLAHAZALAR 
2. Eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim. Bismillahirrahmanirahim. 
3. Elhamdüliilahi Rabi’l-alemin. Vessalatü vesselamü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mevlânâ Muhammedin.Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem. Ve alâ ihvânihi mine’n-nebiyyîn ve’l-mürselin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn. 
4. Sübhaneke lailme lena illa mâ allemtena inneke entel alimül hakim.Sübhaneke lafehmelena illa ma fehhemtena inneke entel cevvadü’l-kerim.Rabbi’ş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlü’l-ukdeten min lisanî yefkahu kavlî ve Üfevvidü emrî ilallah innallahe basirün bi’l- ibad.Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlih. Adede kemâlillahi ve kemâ yelîku bi kemâlih. 
5. Bismillahirrahmanirrahim. “Kad eflaha’l-müminun.Ellezine hüm fi salatihim haşiun. Vellezine hüm ani’l-lağvi mu’ridun. Vellezine hüm lizzekati failun. Vellezine hüm li furucihim hafizune. İlla ala ezvacihim ev mameleket eymanuhum. Feinnehüm gayr-u melumin. Fe men ibteğâ verâe zalike. Ülaike hümu’l-âdun. Vellezine hum li emanatihim ahdihim râûn.”İlâ ahiri’s-sureh. Sadakallahu’l-azim.Ve bellağana rasulihinnebiyyi’l-haşimiyyi’l-kerim. 
6. Yâ ilâhe’l-âlemin kalplerimizi envâr-ı imaniye ve Kurâniye ile münevver eyle.! Gönüllerimizi hakâika aşina eyle! Bizleri bu çöllerde mahvettirme! Kurb-u huzurunla tekrim ve teşrif eyle! Cennet ve cemalullah şerefi ile şerefyâb eyle! Amin bi hürmeti seyyidi’l-mürselin.Ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn. 
7. Muhterem müslümanlar! 
8. İnsanın yeryüzüne geliş gayesi üzerine duruyoruz. Bir evvelki hafta bu âli, bu yüce gayeyi en âli makamda en mükemmel şekilde temsil eden Hz. Muhammed (S.A.V)'in temsil keyfiyetine ilâhi ahlâkla ahlâklanan ve Kur'an-ı temsil eden Hz. Muhammed (S.A.V)'in ahlâkta sırat-ı mustakimi telkinine, beyanlarıyla bunu bize anlatmasına ve davranışlarıyla ifade etmesine kısaca temas ettim.
 9. Ve daha önceki derste de parmak bastığım gibi, ahlâkı bir sırat-ı müstakim şeklinde arz etmeyi düşünüyorum. İslam'ın vaz’ ettiği esasların her birerlerinin ifrat ve tefrit içinde müteâlası mümkün olduğu gibi, aynı zamanda İslam'ın özü ve ruhu olan bir sırat-ı müstekim ifadesi de vardır. Frenkçe ifadesiyle tezeni anti tezini anlattıktan sonra, İslam bu mevzuda bize ne anlatıyor. 
10. Hangi terkibi almamız, hangi terkibi huy olarak benimsememiz gerekiyor bunu arz edeceğimi söz vermiştim. Resül-ü Ekrem (S.A.V) bize fıtratın gayesini öğretmek üzere geldi. Kainat niçin vardır. İnsan niçin bir misafir olarak bu dünyaya gönderildi. Kendinden istenen şeyler nedir? Bu yolculuk nereye kadar gidecektir. Nerelere uğrayacak. Kendine neler sorulacak? Neler görecek? Nelerle taşrif tekrim edilecek? Ve nelerden ötürü perişan ve derbeder olacaktır. İnsan için istifham istifham üstüne bir sürü soru soluyan, soru teneffüs eden, meselelerin bütününe bir çırpıda cevap vermek, bize fıtratın gayesini, hilkatın neticesini ta’lim etmek, öğretmek üzere geldi. O güne kadar kapkaranlık ve alabildiğine bulanık olan insanlığın yaratılışı, yaratılışının gayesi dünyada bulunuşu ve nereye gideceği Hz. Muhammed (S.A.V) sayesinde mahşer aydınlığına kavuştu. Bahar ve dünya gündüz aydınlığı değil, mahşer aydınlığına kavuştu. 
11. Her şey ayan beyan olarak ortaya döküldü. İnsan bir misafirdir. Zerreler aleminden anne karnına, anne karnında bir müddet kaldıktan sonra çocukluk devresine, delikanlılık çağına, olgunluk eyyâmına ve sonra ihtiyarlık vaktina ve zamanına ve daha sonra kabre berzaha cennete ve kendisini yaratan Allah'ı göreceği makama onu müşahede etmeye azmetmiş ve bu uğurda yolculuğa çıkmış bir misafirdir. Bütün bunları bize açık ve seçik olarak anlattı, Hz. Muhammed (S.A.V). 
12. Böyle bir yolcu ne yapacak. Onu biz talim etti. Böyle bir yolcu neticede Allah'ı görmeye giden bir yolcu, Allah ahlâkıyla ahlâklanacak. Her sıfatıyla onunla münasebete geçecek. Her ismiyle onunla münasebet kuracak, burada kurduğu münasebetlerle orada onu görme imkanını bulacak. Rahim ismiyle münasebet kuracak orada ona mazhar olacak. Rahman ismiyle münasebet kuracak, orada ona mazhar olacak. Rezzâk ismiyle münasebet kuracak orada ona mazhar olacak. Hayy ismiyle münasebet kuracak orada ona mazhar olacak, ala külli hal binbir esmâ ile münasebete geçecek, zaten onun fıtratı, o esmânın merkezleştiği odaklaştığı merkezleştiği mahiyettedir. Zaten Allah (c.c) bütün kainatta tecelli eden isimlerini bir fihrist gibi insanın mahiyetinde tecelli ettirmiştir. Bütün kainatta ne kadar tecelli eden isim varsa bütününü toplamış tek noktada göstermiştir. O da avâlime sığmayan ve bir cihanı matvî bulunan, Hz. Ali'nin beyanıyla “Ve tezumü enneke cirmün sağîr, Ve fîke’l-intavâ’lâlemü’l-ekber.” Sözüne mazhar olan, mâsadak olan "Sen kendini küçük bir cirim zannediyorsun, halbuki bütün alemler sende pinhan, bütün alemler sende matvidir. Sen bir fihristsin" hakikatına mâsadak olan insan bi hakkın ve bi temamihâ esmâ-i ilahiyi temsil etmektedir. İnsanda vardır. Ne var ki insan irade ve şuuruyla bunları bilecek. 
13. Allah'ın mahiyetine koyduğu şeylere aklıyla inecek, teker teker onları teşrih masasına yatıracak onları anlama ve tanımağa çalışacaktır. Bizim mahiyetimizde her şey var. Tabib bizi teşrih masasına yatırıken veya bir beyin elektrosu çekerken, çeşitli yerlerimize çeşitli şeyler yapıştırırken, bizde bulunan şeylerle bir kısım hakikatlara bir kısım teşhislere gitmek istiyorlar. Ve işte insan kendi anatomisini bu şekilde ele alacak. rabbin kendi mahiyetine dercettiği hakikatları anlamağa ve tanımağa çalışacak. Elektro alacak yer yer. Beynin guddeleri içine girecek. Elektro alacak kalbin çalışmasına inecek ve vücüdunu dinleyecek dinlemem cihazlarıyla, nabzını dinleyecek kendini tanımağa çalışacak. Eğer bu şekilde bir anlayışla böyle bir çıkışla meseleyi ele alırsa neticede her şeyin “Lâ ilahe İllallâh” dediğine şahit ve nigehbân olacaktır. 
14. İnsan mahiyetinde bulunan bu şeyleri inkişaf ettirmek üzere gelmiştir. Tıpkı bir tohumu toprağa atıp ruşeymin baş çıkarmasına neşv-u nema bulmasına gelişmesine semaya doğru dal budak atmasına yerin dibine doğru da kök salmasına vesile olma istikametinde bir kısım çarelere yollara, sebeplere başvurduğumuz gibi, aynen öyle, mahiyetimizde bulunan mündemic bir kısım hakikatlar var. Tohum gibi sır, hafa, ahfâ gibi letaif-i rabbaniye gibi vicdan gibi ve bütün bunlara hükmeden kalp gibi ve esrarını tam çözemediğimiz ruh gibi şeyleri tohum mahiyetinde bulan insan, inkişaf ettirecek ve bunlardan semere almaya çalışacak kendi mahiyetini inkişaf ettirecek, netice itibariyle Allah'tan gelen insan baş aşağı bir hubûtla(iniş) gelen insan ve tasavvufi ifadesiyle kavs-i nüzülle gelen insan nihayet pervaz edecek bir kavs-ı uruçla “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûun.” halkası içinde halkayı tamamlayacak. Allah'tan geldiğini gösterdiği gibi yine Allah'a gittiğini de iradesiyle gösterecek. 

15. Bu yüce anlayış içerisinde biz ahlâka Allah'a dönüş nazarıyla bakıyoruz. Kendi mahiyetinde Allah'ın esmâ ve sıfatlarını sezme nazarıyla bakıyoruz.Bunları keşfetme ve inkişaf ettirme nazarıya bakıyoruz ki Rabbin huzuruna gittiği zaman onun cennet, rıza ve rıdvanına mazhar olduğu zaman, cemaliyle müşerref olduğu zaman, kendi sa’y ve gayretinin neticesini elde etmiş olarak kendisini bulacaktır. Görecektir ki dünyada Allah’la münasebete geçtiğinden ötürü orada Allah'ı görüyor ve yine bilecektir ki dünyada Cenab-ı Hakk’ın esmâ ve sıfatlarıyla münasebete geçtiğinden ötürü, orada Rabbisinin cemal-i bâkemalini, cennet nimetlerini unutturacak cemal-i bâkemalini müşahade ediyor. Rabbim bu şerefle hepimizi tekrim, ta’ziz ve teşrif buyursun. Bizi bu dünyada hissiyat ve nefsaniyetine saplanıp kalmadan ten tenceresinde hapsolmadan, behimiyet ve behimi garizeler içinde boğulmaktan muhafaza buyursun.
 
16. Muhterem Müslüman! 

17. Bu günkü mevzua şöyle bir dibâceyle girmek istiyorum. İnsana mevhibe-i ilahi olarak verilmiş pek çok şeyler vardır. Biz bunların bazılarını görürüz bazılarını da sezeriz. Görgüye çok itimad eden insanlara göre görülen şeyler mühimdir, bazılarına göre el mühim, ayak mühim, dil mühim, dudak mühim, göz mühim, kulak mühimdir. Bazıları ise bunları tamamen arkaya atmış. Bergson gibi, entüvisyon demiş esas iç sezi mühim, iç müşahede mühim. Benim kalpte bulduğum şeyler, vicdanda bulduğum şeyler vardır ki; onu ne el anlatır, ne dil anlatır ne dudak anlatır, ne göz anlatır ne de kulak anlatır, ne de hiç kimseye münzel kitap anlatır. Kalbin benim için öyle bir kitap öyle bir dil ve öyle bir daldır ki yerinde meyve verir, yerinde hatip olur, Şuayp kesilir bana hitabette bulunur ve yerinde de bir kitap haline gelir sanki furkan, sanki Kur'andır. Allah'tan bahseder.yerinde de bu mühim.
 
18. Bu bizim çözemediğimiz şey veya sezinin ne demek olduğunu bilemediğimizden künhüne vakıf ve muttali olamadığımız bir şeydir. Allah'ın maddi manevi, zahiri ve batınî bize bir kısım mevhibeleri vardır. Bu mevhibelerin verilişinin kendilerine göre gayeleri vardır. Eski ifadesiyle buna “Mâ hulika leh” denirdi. Her şey ne için yaratılmıştır onu bilmek. Bu çok mühimdir. Elin kendine göre vazifeleri vardır. Bir el tutabiliyorsa talihlidir. Bir el tutma yakalama, yapışma ve temas ettiği zaman da lezzet alma, temas ettiği şeyin ne olduğunu haşin veya yumuşak sezme. 

19. Vazifelerini yapabiliyorsa bu el talihlidir. Bir el bu vazifeleri yapamıyorsa marizdir, hastadır, sakattır. Ve böyle bir el muzdariptir. Göz, görmek için yaratılmıştır. Rengarenk güzellikleri sezmek için çocuklarının pak simalarını müşahede etmek için, hayat arkadaşının dünyada ve ukbada kendisine refakat edecek cemaline bakmak için göz bunun için verilmiştir. Rengarenk Allah’ın sanatlarını teftiş etmek, şu meşhergâhı alemde, insanın nazarına arz edilen ne kadar antika sanat varsa bunları müşahade etmek ve bunlardan zevk duymak ve vicdanından bir marifet peteği nescetmek ve orada Allah'ı bulmak kenzen kalpte bilinen Allah'a orada ermek, öbür alemde göreceği Allah'ı (c.c) burada münasebete geçmek suretiyle tanımak o kalpte olacak. Göz yoluyla oluyor bu da. Müşahade edecek, duyacak tadacak ve doyacak. Bin bir zevke erecek. Göz bu vazifeleri yaparsa bahtiyar ve talihlidir. 

20. Göz görmüyorsa tahilsizdir ve görmeyen göz marizdir sakattır, hastatır, vazifesini yapamadığından ötürüde muzdariptir. Bunu siz âmâlara sorun, körlere sorun. Gözün ne demek olduğunu onlara sorun. Yanınızdan geçen bir sakat gözleri görmeyen bir alîlin gözlerinde gözlerinizi tanımağa çalışın. İşte onda olmayan ve bende olan iki pencere güneşle münasebete geçen, çiceklerin renklerinin diliyle konuşmaya geçen, rengarenk antika sanatları müşahade etme münasebetine geçen göz. 

21. Göz vazife yapmadığı zaman muzdariptir. Ayak vazife yapmadığı zaman muzdariptir. Alîl bir ayak, sakat bir ayak muzdariptir. Ayağım olsaydı da gezseydim nicesesinden bin ah-u vah ve teleffühten sonra dinlersiniz. Ah ayağım olsaydı.! Olsaydı sanki ne yapacaktı? Ayaklılar gibi yapacaktı. “Ah ayağım olsaydı da cihat etseydim.” diyen insanın iniltisinde siz ayağı tanımağa çalışınız. Bir sopayla gezmeye çalışan insanın ayağında ayağınızı tanımağa çalışınız. Beliniz onun da bir hakkı vardır. Kendi inhinâları içinde yerinde eğilme yerinde doğrulma ve dik yürüme. Bir nimet olan başlı başına, belinizi ve inhinalarını kıkırdakların fıkraların eğilmesini, bükülmesini çeşitli pozisyonlara müsait vaziyette yaratılmasını iki büklüm gezen insanlarda tınamağa çalışınız. Belini bükemeyen insanlarda tanımağa çalışınız. Zaten namazda rukuda Cenab-ı Hak belki bunu bizlere anlatmak istiyor. Rukûdan sonra kıyamda bunu bize anlatmak istiyor. Eğilip kalkmada belin bu pozisyonlara müsait olmasıyla bunu bizlere anlatmak istiyor. Ama insan ne kadar kör ki bunları anlamıyor, tanımıyor ve bilmiyor. Binaenaleyh çoğaltmayayım. 

22. Elinizden, ayağınıza kadar gözünüzden kulağınıza kadar, dilinizden dudağınıza kadar, her birisi birer nimet ve aynı zamanda birer vazife ile vazifeli bulunmaktadırlar. Dil vazife yaptığı zamanda o beşaşet içinde ve beşaret içindedir. Neşîttir, sevinç içindedir, huzur içindedir. Ebkem olduğu zaman muzdariptir, konuşamadığı zaman sıkıntı içindedir. Maksadını elayle, ayağıyla anlatan insanlara sorduğunuz zaman, vaziyetlerine bakdığınız zaman bunu çok iyi anlayacaksınız. İşte bunlar âmi tabakasına seslenen dillerdir. Göz âmi tabakasına sesleniyor. Okumamışa bilmemişe, Kulak âmi tabakasına sesleniyor beni bil diyor. El ami tabakasına sesleniyor, kolsuza bak beni tanı diyor. Ayak kör âmi tabakaya sesleniyor beni bir, tanı diyor. Bir de senin kalbin var. Kalbinde bir hayat bir mematı var. Kalbinde bir “Mâ hulika leh”i var. Kalbinde bir yaratılış gayesi var. Kendine göre bir vazifesi var. Letaifi rabbaniyenin kendine göre neşateti var. Sevinci var, huzuru var ve aynı zamanda ıstırabı var. 

23. Allah onun sevinç ve huzurunu anlatırken “Elâ bi zikrillahi tatmeinnu’l-kulûb” Dikkat ediniz kalb; yeme ve içmeden cismin itminana kavuşup oturaklaştığı gibi, huzura ulaştığı gibi kalp Allah'ı anmakla meşbu’ olmakla meşgul olursa oturaklaşır ve huzura kavuşur diyor. Binaenaleyh hikmet, ilim, kalbi huzura kavuşturur. Marifet kelbi huzura kavuşturur. Hikmet kalbi huzura kavuşturur. Muhabbet-i ilahi kalbi huzura kavuşturur ve muhabbet-i ilahiden bir zevk-i ruhani hissetme, içte bir lezzet hissetme, içinde bir yumuşaklık, öbür alemlerden gelen tatlı bir esinti hissetme, Allah aleminden ve lahut ufkundan gelen meltem hissetme, kalbi huzura kavuşturur ve itminana kavuşturur. 

24. Nasıl gözsüzlük bir felaket nasıl elsizlik, ayaksızlık bir felaket, öyle de kalbin Allah ile münasebetsizliği öyle korkunç bir felakettir ki, insanın eli, ayağı, gözü, kulağı beraber bulunmasa insan bu denli konkunç bir felakete maruz kalmış olmaz. Onun içindir ki aziz müslüman 20. asırda baş aşağı giden beşer, meselede baş aşağı iflas eden beşer, kaybettiği şeylerin kıymetini bilememekte, neler kaybetmiş olduğunun fakrına varamamaktadır. O elinin, ayağının, dilinin, dudağınını belki nimet olduğunun farkına varabilmekte, yerinde belki bunları anlamakta ama üç asırdan beri insanımız kaybettiği kalbinin, kaybedilişinin farkında değildir. Bunu misalleriyle beraber sizlere intikal ettirdiğimde göreceksiniz ki benimle beraber cemaatin de kalbi yoktur. Göreceksiniz ki vicdan sönmüştür, göreceksiniz ki o kalbe gecelerde Allah tecelli etmemektedir. İniltisi olmayan bir kalb hayvan kalbinden farksızdır. Iztırap cekmeyen bir kalp hayvan kalbinden farksızdır. O etten vucuda kan pompalayan bir uzuvdan ibarettir. Her uzvun bir hikmet-i vucudu bir hilkat-ı vücudu vardır. Kalbinde hikmet-i vucudu hilkat-i vücûdü vardır. Mevlana’nın neyi gibi daima inlemek, Allah deyip inlemek, göklerde melekler ile, yerlerde Yunus'un diliyle mâhi ile âhi ile Deryada mahi ile, karada âhu ile ağlamak ve inlemek buda kalbin vazifesidir. 

25. Bir kalbi bu işlerden ta’til ettiğiniz zaman siz kendinizi kalpsizliğe mahkum etmiş olacaksınız. İnsanımız kendisin böyle bir şeye mahkum etmişdir. Materyalızm düşüncesi insanımız yutmuştur. Onu sadece gözüyle gördüğü şeylere, onların içine hapsetmiş bütün mütalaalarını onlara inhisar ettirmiş ve onu sadece gözüyle gören ve kulağıyla duyan fakat kalbiyle vicdaniyle hiç bir şey hissetmeyen bir sırrınınn mevcudiyetinden habersiz yaşayan kafasının mevcudiyetinden habersiz yaşayan, ledünniyatından habersiz yaşayan ve kalbine daima tecelli eden misafir olarak gelen Allah’tan habersiz yaşayan bir gafil haline getirmiştir. Mevzuyu kendi kıymetine uygun tahlil ederken ağzımdan hayvan kalbi tabirleri çıktı. Rabbim, hata ettimse bu mevzuda beni af buyursun. Eğer bir nezaketsizlik olduysa bu cemaatda kusura bakmasın. Yerinde Allah (c.c) bir kısım münasebetsiz kimselere “belki onlar hayvan ve hayvandan da aşağıdır.” sözüyle ben buna dayanarak bu türlü şeylerin ifade edilebileceği kanaatina varıyorum. Yanlış anlıyor yanlış hükmediyorum. Rabbim kusurlarımı bağışlasın ve beni muaheza etmesin. 
26. Aziz müslüman! 

27. Bu insanımızda bir kusurdur. Kusuru idrak etmek bir meziyet ve bir fazilettir. Ne acıdır ki insanımız kusurunu da müdrik değildir. Eğer kusurunu bu mevzudaki ayıbını, seyyiatını, eksikliğini bilebilseydi mütaala edebilseydi, müşahede edebilseydi, üç asırdan beri girdiği yanlış yoldan dönme mevzuunda belki kendisi için bir fikir vermiş olacaktı bu irfan. Ama insanımız yanlış bir yolda yürümekte. Fakat eksiğini ve kusurunu da bilmemektedir. Ben ahlâki aliyeye bu girizgahtan gireceğim. Bize eksikliklerimizi, ayıplarımızı, ve kusurlarımızı ahlâkta sukutlarımızı su-i ahlâkımızı hatırlatıcı umdelere muhtac olduğumuzu bilmemiz lazım. Biz kendi kusurlarımızı bilmediğimiz müddetçe kusurdan çıkmamıza imkan olmayacaktır. Kendinde bir kalp varmı, yokmu bundan habersiz yaşayan bir insan ilelebet kalpsiz yaşayacaktır da bunu bilemeyecektir. Kalbimizin olmadığını bilirsek yer yer ondan kuşkulanırsak benim ciddi endişem vardır. Kalbimden gerçekten Allah'a inanmış mıyım, ciddi endişem vardır ve bunu senelerden beri sizin huzurunuzda izhar etmişimdir. 

28. Zira onu derinlemesine bilemiyorum. Kendimden ve onun bana getirdiği herşeyden, benliğimin bana kazandırdığı her şeyden ciddi endişem, tereddüdüm ve şüphem vardır. Belki yerinde Rabbim ayan beyan, benim kendi varlığımdan benim için daha zahir olur. Fakat bununla beraber ben kalben onun yanında mıyım, değil miyim. İşte bu noktada aşamadığım ciddi tereddütlerim vardır. Rabbim memata hayattan daha ziyade yaklaştığım şu günlerde, yaşımın belli şu seviyesinde gözü kapalı olarak beni hayvan gibi burnumun üstünde ölmekten habs eylesin. İrfanına ulaştırsın. Kendi bezmine aldığı kimselerden eylesin. Sizleri de öyle yapsın. 

29. Sizin için aynı şeyleri söyleyemem. Zira sizi bilemiyorum. Belki her birerleriniz gece kalkıyor inliyorsunuz. Seccadeleri göz yaşlarınızla yıkıyorsunuz. Bilemiyorum. Ben kendime gafil diyorum. Bilemiyorum. Belki her bir günah arkasından elli defa ellerinizi dizinize vurup “ah” ediyorsunuz. Bilemediğim için sizin hakkınızda hüküm veremem. Namaz kılmayan bir oğlunuz belki size haflarca yemek yedirmiyor. İmanın muktezasıdır. Açık gezen bir kızınızdan ötürü belki elinizi bir defa göğsünüze vuruyorsunuz “yazıklar olsun bana” diyorsunuz. Bilemediğim için bunlar hakkında hakkınızda hüküm veremiyorum. Eğer böyle değilseniz siz benden daha fena baş aşağı gayyaya gidiyorsunuz demektir. 

30. Ama ben sizin hakkınızda müsade edinde hüsnü zan edeyim. Sizi şöyle tanıyayım. Siz anlınız daima seccadeyi öpen insansınız. Gecenin karınlıklarını ah-u vahınızla aydınlatan insansınız. Ve o karanlıklarda rabbinizin "Yok mu bana dua eden" dediği an ben varım diye koşan insansınız ve gece siz herkes yatağına çekildiği zaman dost dostunu ulaştığı zaman, dostunuza ulaşıp vâsıl olan insansınız. Öyle olun inşaallah. O yolda kâim ve dâim olun inşaallah. Bana gelince benim durumum hususi bir destanlık mevzuu. Nifaklarını aşamayan, şıkaklarını aşamayan, gerçekten Muhammed Resulullah diyemeyen ve daima nifak içinde çabalanan bir insan olarak benim durumum ciddi endişe verici bir durumdur. Rabbim benim benim gibi kimseyi eylemesin. 

31. Bu bir kusuru hissetme ve sezmedir. Sezdim ama aşamıyorum. Rabbim sezemeyen kimselere kusurlarını ve ayıplarını sezdirsin hissettirsin. Sezdirici faktörlere, amillere muhtacız. Girizgahım bu. Bize ayıbımızı hatırlatacak şeylere muhtacız. “Niçin senin gözün yaşsız? Ayıp değil mi sana. Allah'a inanıyorsun ve bana ölü gibi bakıyorsun. Neden bu cansızlık sende? Bu kusuru hissetme. Niçin sen ibadet-ü taattaki kusuruna hiç inlemedin. Mezar taşımısın sen? Allah seni insan olarak yarattı. Seni kendisine muhatab edindi. Seninle hususi konuştu. Kalbini kendi kabzası içine aldı. Kendine taraf çevirdi. Sana irfanını duyurdu ve vicdanını ona duyurdu. Niçin bana öyle meyyit gibi bakıyorsun. Yoksa Allah'la münasebetin yokmu senin”. dedirtme. İnsan kendi kusurunu bilecek ve bunu bana hatırlatacak faktöre muhtacım. Sana da öyle insan kendisine bir ustad bulmalı. Onun umumi ahval ve durumunu müşahade edecek, kalbi derinliklerine inecek, onu kontrol edecek, evrad-u ezkârında yanında olacak, yerinde kendine ihtarlar çekecek, bazı hakikatları hatırlatacak, birinin dizinin dibine çökecek -başta Hz. Muhammed (S.A.V)'in dizinin dibine çöktük- ve sonra “ed-Dînü en-Nasîhatü ” diyen Buhari, Müslim’in içinde bize bir hakikatı anlatan Hz. Muhammed (S.A.V) “Din hayırhahlıktır” sözüyle meseleyi anlatıyor. İnsan daima nasihata muhtaçtır. Birinin rahle-i tedrisi önüne oturacaksın ve orada sen muttasıl seyyiatının murakabesini yapacaksın. İç kontrolune mubaşeret edeceksin, vicdanını teşrih masasına yatıracaksın, onun anatomisini görmeye çalışacaksın, içinde ne var bakayım, mal menal mı var, yoksa Allah'a iman ve irfan mı var. Vicdanını işgal eden şeyler nedir. Onları görmeye çalışacaksın. Sen böyle bir hayırhâhın, bir nasihin nasihatiyle iyi bir ustazın senin zahirine ve batınıne aşına, dünyayı bilen bir ustazın, irşadları neticesinde pek çok şeyleri aşabilir, kusurlarını görebilirsin. O sana kusurlarını gösterecek. Çetin bir mevzu Her mürşide el vermek yolunu sarpa uğratır. Mürşidi kamil olanın gayet yolu asar imiş" sözüyle anlatılan, bu kamil insan bulmak, böyle kâmilleri hele mebzuliyetle bulmak çok çetin ve çok zordur. Rabbim ehl-i dalaletin arkasına düşmekten bizi muhafaza buyursun. 

32. Herkes için objektif olacak ikinci bir husus; ayıplarımızı bize hatırlatacak ve iyi yönlere doğru bizi yönlendirebilecek, tevcih edebilecek, ikinci faktör, iyi bir arkadaş intihab etmek. İyi bir arkadaşınız varsa, kusurlarınızın başında adeta bir bekçi, bir polis gibi duran ve kusurun içine girmek istediğiniz zaman hemen size yasak diye telkinde bulunan, yasak komutunu çeken, iyi bir arkadaş bulursanız, ayıplarınızı size hatırlatacak kusurların içine girmekten sizi kurtacaktır. 

33. Selef-i salihin durumu bu idi. Herkesin bir arkadaşı vardı ve kendinlerine kusurlarını hatırlatıyorlardı. Bir muallamin bir istazın talebeleri karşısında onlara kusurlarını hatırlattığı gibi selahiyet verilen arkadaş ferde kusurlarını anlatıyordu. Resul-i Ekrem (S.A.V) ashabı birbiriyle kardeş yapmıştı. Kardeş kardeşe muavindi, müzâhirdi arka çıkıyordu. Aynı zamanda ahiret hesabına da arka çıkıyor, iyilikleri gösteriyor, ayıpları ve kusurlarını hatırlatıyordu. Seyyidina Hz. Ömer Selman-ı Farisi ve Hz.Huzeyfe’ye soruyordu. Sık sık Selman-ı Farisi’yle görüştüğü zaman sorardı. “Ben de bir kusur görüyor musun derdi”. Devrin halifei rui zemini Mâil-i inhidam duvarlarla çevrili bir ev içinde oturan muhteşem halife İran'ı Turan'ı fethetmesine rağmen devr-i risalet penahideki evindeki basit hasırı kaldırmayan bu kadar basıt hayatı yaşamaya devam eden Hz. Ömer, eski hırkası sırtında sağda, solda Selman-ı Farisi’yi görünce "bende bir şey görüyormusun. Allah aşkına hatırlat" diyordu. Bir gün çok ısrar etti "Yahu Allah aşkına ben de bir şey yokmu" Ömer ısrar etme dedi. “Yahu Allah aşkına söyle bende bir şey yok mu” var dedi. Israr edince söyledi. "İşittiğime nazaran sen günde iki defa yemek yiyor veya bir sofraya iki çeşit katık getiriyormuşun, koyuyormuşun. Bu Resul-i Ekrem'in yapmadığı bir şeydir"diyordu. Ve "yine işittiğime nazaran iki çeşit elbise giyiyormuşun. Bir gece elbisesi ve bir de gündüz elbisesi" Bizim ölçülerimizi bir tarafa bırakınız. Allah "senden razı olsun" Allah bana kendi kusurlarımı gösterenden razı olsun diyor. Hz. Ömer, 

34. Hz. Huzeyfe’yi yakaladığı zaman söyle Allah aşkına Resul-i Ekrem sana bütün münafıkları ismen ve resmen anlattı. Ben de onların içinde varmıyım, endişesini izhar ediyordu. Ömer'i derse nasıl düşüneceksiniz. Size çok intikal ettirdiğim mesnet itibariyle zayıf olsa dahi Hz. Huzeyfe ili bir mülakatını arz edeyim. Kusurunu kendisine söyleyecek bir arkadaş bulma. Hz. Huzeyfe içi başka, dış başkı insanları biliyordu. Zaten mevzumuzda bir yönüyle bu meseleyi içine almaktadır. Hüsn-ü ahlâk imanın muktezası arz edeceğim onu. Okuduğum serlevha ayette bunu ifade ediyor. Su-i ahlâka gelince kötü, huy ahlâksızlık bu da nifakın ifadesidir. Kötü ahlâk münafıkta bulunur. İyi ahlâk ta müminde bulunur. 

35. Seyyidina Hz. Ömer bu mevzuda yedi tûla sahibi evc-i kemale çıkmış, arşıyesini tamamlamış nadide bir fıtrattı. Ama Hz. Huzeyfe'nin mazhar olduğu bir kısım meseleler vardı ki, o bilmiyordu. Resuli Ekrem bu sırdaşına ve yoldaşına ismen ve resmen bütün münafıkları söylemişti. Bazı kimseler camiye geliyordu. Hayatları boyunca belki onlar camiye gelmişler namaz kılmışlar ama işleri başka dışları başkı idi. Münafık idiler. Müminlerden korktukları, utandıkları için camiye geliyorlardı. Yerinde cihadada iştirak ediyorlardı. Zekatta veriyorlardı ama zekatı ayırırken canlarından bir parça ayırıyormuş gibi ıstırap çekiyorlardı. Bunun için Hz. Ömer halifeydi namaz kıldırıyordu. 

36. Hz.Ömer Huzeyfeye bakıyordu. Münafık namaz kılınmaya getirildiğinde Hz.Huzeyfe’ye bakıyordu. O kimin namazını kılarsa o da onun namazını kılıyordu. Eğer cemeatten kaçarsa o cemeate Ömer de iştirak etmiyordu. Ve bir gün Hz. Ömer'in mahallesinden bir tanesi vefat etti. Muarefeleri de çok iyiydi. Onu daima mescitte saflar arasında görüyordu. Daima müminler arasında müminlere mahsus işlerin başında görüyordu. Gel gör ki adam gönlünden inanmamış. Mescide gelmiş ama pek çoğumuz gibi direkler gibi direğin dibinde ölü olarak durmuş. Mescidde bulunmuş fakat orada da ölülüğünü devam ettirmiş. 

37. da vefat etti mescidin önüne koydular namaz kılmak üzere Hz. Ömer'in gözü Hz. Huzeyfe’de. Hz. Huzeyfe çekip gidince o da öbür köşeden döndü karşısına çıktı. Yüz yüze geldiler. Onu cüppesinin önünden, rıdasının yakasından tuttu. “Huzeyfe Allah aşkına söyle bu da münafık mı idi?” İsrar etme ya Ömer bu Resullulahı bana tevdi buyurduğu bir emanet bir sırdır. Allah (c.c) aşkına söyle buda onlardan mıydı? Her gün camiye gelen bu insan, her gün müslüman safları içinde bulunan bu insan demek içinden inanamamış, içindeki şikak ve nifakı yenememiş demek küfürden çıkamamış demek iman dairesi içine girememiş, imanın zevk ve neşvesini duyamamış. Çok ısrar edince evet dedi.
 
38. Ve bu defa Hz. Ömer elleri gevşiyordu, göğsünden Hzeyfenin dizlerinin dibine yığılacaktı, ayaklarının bağı çözülmüştü ve yığılırken şu sözü söylüyordu. "Allah aşkına bir şey daha soracağım. Allah aşkına söyle ben de onların içinde miyim" diyordu. İşte o zaman kalbinden vurulmuş Hz. Huzeyfe "Allah'a sığınırım ki sen onlardan olasın ya Ömer" diyordu. "Allah'a sığınırım sen onlardan olasın" Ama Hz. Ömer bunu yenememişti içinde hiç bir zaman. Bu korkuyu içinden çıkarıp atamamıştı. Zira sinesinden yaralanmış, hem namaz kılarken yaralanmış şehid olarak Allah'a gedeceği zaman endişelerini izhar ediyordu. Nasıl kurtulurum ben diyordu. İbn. Abbas ona şöyle duyordu. "Ya Ömer, sen Resul-i Ekrem'e iman ettin, Resul-i Ekrem seni veziri olarak teyin etti, Ebu Bekir ve senin elinden tuttu. “Ahirette böyle haşroluruz dedi, benden sonra peygamber gelseydi Ömer olurdu” dedi, bana ilmi ledünni süt olarak verildi artanını Ömer'e verdim dedi, senin hakkında şu, şu, şu iltifatlarda bulundu. O gittikten sonra Ebu bekir senden razı ve ümmet senden razı idi ve şimdi de bütün ümmet-i Muhammed senden razıdır. Yaralandığın şu dakikada herkes senin için ağlamakta, hatta münafıklar dahi ağlamaktadır deyince o ölgün ve solgun gözlerini İbn Abbasın gözlerine dikti. “Sen Allah huzurunda peygamberin amcasının oğlu olarak böyle şehadet edermisin” dedi. Ederim deyince gayri gam yemem dedi. Resulullahın amcasının oğlu bana şehadet edecek bunlarla şehadet diyordu. 

39. Anlıyor musunuz endişeyi, aşamamayı. Haşa Hz. Ömer ben münafıkım demedi. Fakat ciddi endişesi ve korkusu vardı. Ciddi telaşı vardı. İtminana ermişti. "Eğer tek bir insan cennete girecekse, rabbimin rahmetinden, engin rahmetinden ümid ederim o ben olayım" diyor olmasına rağmen, bu endişeyi içinden atamamıştı. Çok defa size tasdi’ mahiyetinden, başınızı ağırtama mahiyetinde tevkih ettiğim " Sen neredesin" sözünün yeniden sana tevcih etmeme müsaade et. Sen neredesin? Ömer kusurlarının kendine bildirecek bir adam araştırıyor ve o sayede on senelik hilafet hayatında zımmi yahudi, hıristiyan ve müslim kimseyi darıltmadan rabbisine mülâki olma imkanını elde ediyor. Kusurlar söyleniyor, o bu sayede ahlâkı ileyeyi güzel huyları, ahlâk-ı haseneyi kazanıyor fersah fersah fena huylardan uzaklaşmış oluyor. Bu Resul-i Ekrem'den günümüze kadar selefin adetiydi. Tekrar ediyorum, bir arkadaş edinin size kusurlarınızı söylesin. Çekinmeyin, gocunmayın, size kusurlarınızı hatırlatan bir arkadaşınız olsun. 

40. Kanuni önünde "Senden büyük Allah var mağrurlanma padişahım" diyen biri dolaştırıyordu. Sen kendine kusurlarını hatırlatacak böyle bir yâr vefâdar bul! Elinden tutup seni cennete götürecek, cennet yolunu îrâ ve işaret edecek bir arkadaş edin. Zarar etmeyeceksin, sana desin ki niçin bu gece teheccüdü kılmadın? Neden pazartesi, perşembe orucunu terk ettin, Rabbine kulluğun senin bu kadar mıdır ve bu denli midir desin. Kusurlarını söylesin. Nerde senin ailen. Niçin namazsız ve niyazsız, hatırlatsın sana. Bu selahiyeti ver ve gocunma. 

41. Harun Reşid bir padişahtı. Fazl İbn-i Rebi’ anlatıyor. Ebu Nuaym Isbahani Hilye’sinde ve İbn-u Cevzi Sıfat-u Safve’sinde naklediyor. Up uzun naklediyor. Ona ait vakaları diyor ki; “Kabeyi ziyaretetmek, hac yapmak üzere Mekke'ye gelmişti. Bende beraberinde bulunuyordum. Büyük muhaddisinden. Bir gece yanıma geldi banadedi ki İbn. Fazl. İbn Rebi’ bana bir adam buldu bana biraz nasihat etsin. Bana biraz ders versin. Şu biçare yıkık gönlüm tamir istiyor. Bir ateş istiyor, yansın tutuşsun. Bende diyor ilk aklıma gelen Süfyan ibn-i Uyeyne oldu. Onun kapısına götürdüm. Emirü’l-müminine icabet et dedim. Kapısını açtı içeriye aldı. İltifat etti emirü’l-müminine nasihat etti. Süfyan ibn Uyeyne sekiz yaşında içtihat mevkiine yükselen, 5-6 günde Kur'an’ı hatmeden nadide fıtratlardan, ısmarlama fıtratlardandır. Sabaha kadar ayakta duran ve gündüzü oruçla geçen, hukuk adına kanun vaz’ eden büyük hukukçulardan Ebu Hanife’nin muasırlarındandı. Fakr-u zaruret içinde yaşardı. Nasihatlerden sonra Harun Reşid " Bir ihtiyacınız varmı" dedi. Fazla sayılmaz dedi. Olabilir ihtiyacım dedi. Bu defa ibn-i Rebi’ veya Ebu Abbas bunun ihtiyacını gör” dedi. Ben ona bir kese altın verdim. O onu alıp ya yiyecek yada başkalarına dağıtacaktı. Yanından ayrılırken arkadaşın beni iğnâ etmedi, doyurmadı, bana birşey anlatmadı dedi. Barı Abdurrezzak İbn-i Hemmam'a gidelim dedim.
 
42. Ona gittik sufyan İbn Uyeyne’den gördüğümüz şeyleri gördük. Bu arkadaşın da beni iğra etmedi dedi. Kalbimi doyurmadı. Bana hakikat eri birisini göster de bana bir ders versin. Şu perişan gönlüm perişaniyetten kurtulmak istiyor diyor. Devrin padişahıdır. Müslümanlığın en muhteşem devrinde peri masallarına hüküm ferma olduğu Bağdat’ta büyük saltanat sahibi Harun Reşid diyor bunu. En mevsuk tariklerle bize intikal ediyor. Bu defa aklıma esen zat. Fuzeyl ibn İyaz oldu. Kapısına gittik kapıyı vurduk, vurduk, vurduk hiç ses vermedi cevap vermedi. Ben dedim ki emirü’l-müminin devlet reisi kapının önünde sizi bekliyor. "Benim emirü’l-mümininle ne alıp vereceğim var" dedi. Şu gece vakti. Rabbime olan ibadetimden alıkoymasınlar beni. Allah’a ant verdirince geldi. Kapıyı açtı içeriye girdik. Ama karanlıkta mum yoktu yine çekildi bir tarafta oturmaya durdu. Biz onu aramağa durduk. 

43. Benim elimden evvel Harun'un eli ona gitmiş, yumuşak padişah'ın eli nasırlı ayaklarına temas edince ne güzel eller diyordu. Fudeyl ibn İyaz. Eğer cehennemde yanmazsa bu ne güzel eller. Vazifesin yapar yerinde kullannılmış olursa bu ne güzel eller diyordu. İlk nasihatını vermeye başlamıştı. Allah aşkına bana bir şeyler anlat diyordu Harun Reşid, Fudeyl ibn İyaz'ın ayaklarına kapanarak. Harun sen sana birşey anlatılacak durumda değilsin. Sen halife olduğun zaman kime fikir sordun. Ben nasıl yapayım, diye kime gittin, müracaat ettin. Kimle istişare ettin. Senin seleflerin Ömer bin Abdulaziz halife olduğu zaman arkadaşlarını çağırdı. Salim İbn Abdullah ki Hz. Ömer'in torunuydu, onu çağırdı. Muhammed ibn. Ka’bi’l Kurezi’yi çağırdı. Tabinin büyük imamı. Recâ ibn-i Hayve’yi çağırdı. tabinin büyük imamı. Onlara şöyle dedi: Ben ciddi bir yük altına girdim. Neden Allah beni bu imtihana tabi tuttu bilemiyorum. Beni halife seçtiler. Bu büyük vebalin altından nasıl kalkarım. Nasıl bunun hakkına veririm. Siz benim arkadaşlarımısınız. Allah aşkına beni yanlız bırakmayın, diyordu. Ömer bin Abdulaziz, böyle diyordu. Arkadaşları konuşmağa başladılar.
 
44. Salim Hz. Ömer'in torunu, dedesi gibi bir insandı. Ona diyordu ki "Ömer öyle bir oruca niyet et ki vefatın iftar olsun" diyordu. Beşeri hislerine karşı oruç tut diyordu. Hayvani garizelerine karşı oruç tut diyordu. Allah adına oruç tut diyordu. Vefat ettiği zaman iftar olsun duyordu. O zaman istikamette olursun.
 
45. Muhammed ibn-i Kabi’l-Kurezi şöyle diyordu: Müminlerin küçüklerini evladın bil. Emsalini kardeşin bil. Büyüklerini baban bil. Babana karşı hürmetli ol. Arkadaşlarına karşı saygı ve mürüvvet içinde bulun. Evladın durumunda bulunan küçüklere karşı şefkatten, merhametten ve insanlıktan dûr olma” diyordu. O da öyle bir nasihat ediyordu. 

46. Recâ ibn-i Hayve’ye gelince diyordu ki "Ya Ömer halifesin, nefsin için arzu ettiğin şeyleri müminler için de arzu etmeyince mümin olamazsın" Müminleri nefsin kadar sevecek, nefsine tercih edecek, arzularında onların arzularını sezmeye çalışacak ve isâf edeceksin. Ömer bunlardan nasihat aldı. Allah Aşkına sen kimden nasihat alacaksın. Sen hilafete koştun gittin. Halbuki senin deden Hz. Abbas, Resul-i Ekrem'e geldi imaret istedi dedi ki; “Ya Resulallah bana da emirlik ver" Allah resulu buyurdu ki "Bu ağır bir yüktür. Ben bunu isteyene vermem. Bu vazife onundur ki o vazifeden kaçar. Vazifenin arkasından koşana vermem ben o vazifeyi" diyordu. Harun sen ise gözlerini kapadın, dolu dizgin hilafete koştun, koşarken hiç Allah’tan karkmadın diyordu. O her böyle dedikçe, fezlekelerini koydukça Harun Reşid yıkılıyor, ayaklarına kapanıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyor kalkıyor “zid nî” diyordu. Fazl İbn Rabi’ diyor ki bin dedim ki Fuzeyl ibn İyaz'a emirü’l-müminini öldüreceksin adamın kalbi çatlayacak. Esas siz onu öldürüyorsunuz diyordu. Pohpohluyorsunuz, Allah'ı göstermiyorsunuz, dünyayı işaret ediyor mahvediyorsunuz. Ben onu ihyâ etmeye çalışıyorum. Yanından ayrılırken soruyor. 

47. Harun Reşid "Fuzeyl bir şeye ihtiyacın var mı" Çok ihtiyacım var, çok borcum var ama Rabbime borcum var ve o kadar borçluyum ki ona olan barçlarım başka borçları unutturdu bana. Evde yiyecek katığım falan filan olmayabilir. Ama rabbime medyûnum. Sana bir kese altın vereyim. Fesubhanellah diyor. Ben seni ahirete çağırıyorum sen beni dünyaya çağırıyorsun. Bu ne utanmazlık diyor. Kendine nasihat edecek arkadaş arıyor. Doğruyu îrâ edecek, elinden tutup kalbi hayatına ruhi hayatına götürecek adam. Dışarıya çıkınca Harun Reşid kapının önünde dinliyor. Biraz sonra öbür hücreden bir kadın sesi yükseliyor. Ne olurdu Allah aşkına kûtu lâ yemut bu bir lokma bir şey alsaydında bir kaç günden beri aç, susuzuz bu evde ne olur Allah aşkına evet aç susuz olduğunuzu biliyorum. Bunlara nasihat ettiğim bir devirde beni boğazlanan bir sığır haline getirmek istiyorsunuz. Şu nasihatlarımı öldürmek istiyorsunuz. Beni mahvetmek istiyorsunuz deyince Harun reşid kapının öbür tarafında arkadaşına adamın beni iğnâ etti, vicdanımı doyurdu diyordu. İşte beni getirirsen böylelerine getir diyordu. Allah'ı anlatan, bakışlarında Allah mütecelli olan, davranışlarında Allah mütecelli olan, kalbi hayatlarında Allah tecelli eden, böyle hakikat evlerine getirde nasihat etsinler diyordu. 
48. Aziz müslüman! 

49. Kendine hayır hali ara, bir nasihatçı ara. Hak dostunun dediği gibi “Ne kazandın fani dünya bu cihana geleli.” Bu dünyada belki senin kazandığın kazanacağın en mühim şey bir hak dostu kazanacaksın, onu yar-ü pefadar olarak kabul edeceksiniz. Sana kusursuz, arızasız dupduru kusurlarını söyleyecek ve sende diriğ etmeden dinleyeceksin, o sayede inşaallah istikamet kazanacaksın. Hakikata ereceksin. Allah-u Teâlâ ve Tekeddas Hazretleri seni ve beni hakikate erdirsin. Bu da eğrilerimizi eksikliklerimizi, ayıplarımızı bize gösterme mevzuunda ikinci bir faktördür. Hüsn-ü ahlâkı ders vermede ikinci bir faktördür. Su-i ahlâktan, fena huylardan sıyrılmamıza yol açan ikinci bir faktördür. Üçüncüsüne gelince düşmanlarımızın, bizi sevmeyen kimselerin bizim hakkımızda söylediği sözlere değer verme. Ne diyorlar bizim için. Bu adam para yiyor mu, diyorlar. O nisbetle dikkat edelim. Düşmanlarımız bizim kusurlarımızı yakalamak isterler. Şu zahid görünümlü adama bakın. Sanki abid gibi görünüyor. İnsanlar yanında dururken mütevazi bir durum izhar ediyor. Halbuki haddizatında hiçte böyle değil, sözlerini değerlendirmeye çalışın. Hasımlarınızın sizin hakkınızda yaptıı tenkitler çok yerinde çok isabetlidir. O tenkitlere değer verir, hassasiyet gösterdiğiniz noktalarda bin kat daha hassasiyetinizi artırırsanız zarar etmeyeceksiniz. Sırat-ı müstekimde yürümeyi pekiştirmiş olacaksınız. Bu sizin için bir bakıma teminat olacak ve inşaallah kıldan ince kılıçtan keskin o sıratı berk-ı hâtif gibi çakıp kaybolan bir şimşek gibi geçme imkanını bulacaksınız. Allah sizi böyle geçmeye muvaffak eylesin. Allah ümmet-i Muhammede merhamet eylesin. Allah ümmet-i Muhammedi mağfiret eylesin. Allah bizimle beraber ümmet-i Muhammed’in günahlarını setr eylesin. 

50. Döndüncü faktör cemaatin içinde bulunmak. Cemaatin içinde bulunup bizim gözümüze batan ve bize hoş görünmeyen günahların biz işlediğimiz zamanda da hoş görülmeyeceğini, Allah'ın onları sevmediğini bu suretle idrak etmeye çalışalım. Dördüncü bir faktör arz ediyorum. Seyyidina Hz. Mesih'in cihan baha cihan değer edebine bakan bir tanesi "Men eddebeke ya isa" resuli Ekreme'de Hz. Ebu bekir demişti. Men eddebeke ya resulallah. Seni kim böyle terbiye etti. Bu ne terbiyedir böyle. Bu ne edeptir böyle. Bu ne âli ahlâktır böyle. Bu olsa olsa ancak göklerde olur. Olsa olsa bu durum ancak meleklerde olur. Allah Resul’u “Eddebenî rabbî fe ahsene te’dîbî”Rabbim beni terbiye etti ve çok yaman bir terbiye etti. Fevkalade bir terbiyeye tabi tuttu. Ümmetinden biriside Hz. Mesih'e soruyordu. Men eddebeke ya isa, seni kim terbiye etti. “Lem yüeedibnî ahadün” Beni kimse terbiye etmedi. “Dehaltü beyne’n-nâs. Fe raeytü cehle’l-cahil. Cehlü’l-cahili şînen fectenebtü . “Ben insanların içine girdim. Mesela cahilin cehaletinin çok çirkin olduğunu gördüm ve ondan tiksintim, ürktüm, kaçtım. Zina edenin zinasını gördüm, ürktüm, gördüm, tiksindim, kaçtım. Yanı ulu orta heryerde gülen kahkaha atan insanın bu davranışındaki çirkinliği vicdanımda duydum, ürktüm ondan. Yani ibadet-i taattaki kusurunun yani başında ağlaması gerekirken gülen insanın nasıl çirkin bir davranış içinde bulunduğunu sezdim, iğrendim, ürktüm uzaklaştım.
 
51. Cemiyet içinde gördüğünüz göreceğiniz kusurlara eksiklikler ve ayıplar sizden de o türlü şeylerin sâdir olmasının çok ayıp ve çok göz tırmalayıcı olduğunu size ihtar edecektir. Onun için halvetten daha ziyade halk içinde bulunma, uzlet ve inzivadan daha ziyade halkla beraber yaşama, bir yönüyle halkın içinde olma irşad etme, bir yönüyle de cemaatten müspet ve menfi derler alma ve böylece kendine çeki düzen verme, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin yolu ve ahlâk-ı âliyyeyi islamiyet kazanına faktörlerinden bir tanesi.
 
52. Bir döğer hususa gelince ahlâk-ı âliyeyi biz Kur'an'ın içinde ve sünnet'in içinde göreceğiz. İlerde inşaallah kesr-i şehvet bahsini de açtıktan sonra, yani arzularımızı yenme, arzularımızı kısıtlama, kendimizi aşma, duygularımızı aşma bahsini geçtikten sonra madde ve madde yeniden, onları size intikal ettirmeye çalışcacağım. 

53. Bir ayıbımız bi kusurumuz varmı? Kur'an adesesiyle bükacağız. Bir ayıbımız bir kusurumuz varmı? Sünnet adesesiyle bakacağız. Kur'an'ın rasat noktasından kendi davranışlarımıza baktığımız zaman belki pek çok eksiklikler göreceğiz. Bu eksiklikleri Cenab-ı Hak bize idrak ettirsin. İdrak edersek onlaı düzeltmeye çalışacağız. Kur'an, okuduğum sure-i celilede peşipeşine ayetlerde müminin nasıl olacağını bize anlatıyor. Zira biraz evvel temas ettiğim gibi hüsn-ü ahlak imanın geceği, su-i ahlâk ve kötü huy da nifakın gereği. Nifak tarlasında fenalıklar biter. İki yüzlülük varsa, riyakarlık varsa, düal yapma varsa, iç başka dış başka varsa, kalb ceset izdivaçsızlığı varsa şayet bir insanda şekavet olacaktır. İçki olacaktır. Kahvede oyun olacaktır. Boş yere, fuzuli yere kahkaha atma olacaktır. Eğlenme olacaktır, gülme olacaktır ve fakat bunların yanında hiç bir muhasebe olmayacaktır. Nifak da bunlar olacaktır ve bunu fezleke halinde arz edeceğim. 

54. İmana gelince onda ciddilik olacaktır, tedebbür olacaktır, tefekkür olacaktır, hayatı değerlendirme olacaktır. Gelinmiş olan bu dünyayı çok iyi kıymetlendirme ekme ve mahsul alma, bunu idrak etme olacaktır ve dünyadan cidden iyi istifade etme olacaktır. Allah iyi istifade edenlerden eylesin bizi. 

55. Hüsn-ü ahlâk imanın gereği. Kötü ahlâk nifakın gereği, iç bozukluğunun gereği. Sokaklardaki cinayetler, vatan ve millet bütünlüğüne kasdetmeler bunlar nifakın gereğidir. İç bozuk demektir. İç bütünlüğüne ulaşamamış bu gençlik demektir. Onları ifsad edenlerde ulaşamamış demektir. Bir nifak vardır ve bütün kötülükler bu nifak tarlasında neşv-u nema bulmaktadır. 

56. Müminler kurtuluşa erdiler katiyyen. Müminler kurtuluşa erdiler. Kim! Hangi mümin. “Ellezine hüm fi salatihim haşiun” Namazlarında ciddi olan müminler. Haşyetli olan müminler, içi ürperti dolu olan müminler, saygılı olan müminler, Allah huzurunda dururken iki büklüm duran müminler, cennet ve cehennemi göz önünde görüyor gibi ibaret eden müminler. Muhaddisinden birisi var. Diyor ki ne zaman namaza dursam cehennem gözümün önüne geliyor. Öyle görüyorum onu orada, temessül ediyor cehennem, ödüm kopuyor. Ayetlere mubaşeret ederken bir ayeti terdâd ederken artık o hava içinde okuyorum. İşte bu müminler felah buldular diyor. 

57. “Vellezine hüm anillağvi mu’ridun” Lağviyattan fuzuli şeylerden, batıl şeylerden içtinab eden müminler, felah buldular.” diyor. Fuzuli eğlencelerden vakti israf etmekten, kahvelerde vakit öldürmekten kaçınan müminler felah buldular diyor. Kur'an-ı Kerim mümin derken ona bir kısım evsaf sayıyor, ahlâk-ı aliye. Ahlâk-ı aliyeyi imanın muktezası sayıyor. Burda “Kad eflaha’l-müminun”diye başlıyor sonra “Ellezine hüm fi salatihim haşiun” “Vellezine hüm anillağvi mu’ridun” “Vellezine li furucihim hafizun.” ırzlarını namuslarını koruyorlar, apışarasının buhafaza ediyorlar, dillerini, kulakların, dudaklarını muhafaza ediyorlar, fena duymuyor, fena görmememye çalışıyor ve fena konuşmaktan içtinab ediyorlar. Böylece zinanın her çeşidinden kaçınmış oluyorlar. İmanın muktezası sayıyor. Başka bir sure-i celilede yine hüsn-ü ahlâkı imanın muhtezası sayıyor. “et-Tâibûne’l-âbidune’l- hâmidune’s- sâihune er-rakiune,es-sacidune amirune bi’l-maruf ve’n-nâhune ani’l-münker. Ve’l-hafizune li hudîdillah ve beşşiri’l-müminin.” 

58. “et-Tâibûne” Bu müminlere müjdeler ver. tevbe eden müminler, günaha karşı ürken müminler, günahtan titriyen müminler, işlediği zaman kalbi tir tir titreyen müminler müjdele onları demek ki tevbe etme mümin ahlâkı. Hüsn-ü ahlâktır tevbe etme. kendisini ibadete sardıran, rabbisine kulluktan zevk alan, lezzet alan kulluğu hayatın gayesi bilen, onları da müjdele ayetin sonunda. 

59. “es- sâihune” kendisini rabbisine ibadete kaptırmış gönlünü rabbisine vermiş, orucunda ve namazında, kullukta çok ileriye gitmiş ciddi ubudiyet anlayışı içinde onuda müjdele. sayıyor ve en sonunda “er-rakiune,es-sacidune” sayıyor ve en sonunda “Ve beşşiri’l-müminin.” diyor. Bir kısmı evsafı saydıktan sonra binlar müminlerdir ve bunları müjdele derken yine hüsn-ü ahlâkın imanın müktezası olduğunu hatırlatıyor ve yine Kur'an-ı Kerim “ Ve ibadürrahmanillezine yemşûne ale’l-ardi hevnen.” O rahmanın kolları var ya, rahmaniyetten istifade etmeye girmiş, o frekansta çalışan kullar var ya “yemşûne ale’l-ardi hevnen” yer yüzünde vakar ve ciddiyet içinde yürürler. Yürüyüşlerinden Allah'a iman dökülür. Bakışlarından Allah'a iman dökülür, konuşmalarından Allah'a iman dökülür, her davranışlarıyla Allah'a imanı ifade ederler 

60. “Ve iza hatebehümü’l-câhilûne kâlû selâmâ” Cahillere nedensiz iş yapanlara, nadanlara uğradıkları zaman vakur bir mümine yakışır tavır içinde “selam” derler. Onlara karşı davranışlarıda bu türlü ciddiyet içindedir diye başlayan ve anlatan ve sure-i furkanın sonuna kadar müminin evsafını devam ettiren Kur'an-ı Mucizü’l-beyan yine iman bu türlü şeyleri bitireceğini ve hüsn-ü ahlâk ancak iman tarlasında biteceği hususunu anlattığı gibi, bu meşcere içinde Resuli Ekrem tarafından yetiştirilen hususi güller dahi yine hüsn-ü ahlâkın imanın neticesini göstermektedir. Resuli Ekrem (S.A.V) buyuruyor. “ Lâ yüminü ahadiküm.Hattâ yuhibbe li ehîhi mâ yuhibbüli nefsih.” Her hangi biriniz iman etmiş olamazsınız nefsi için arzu ettiği şeyi kardeşi için arzu etmezse. Muttefekun aleyhtir Buhari Müslim rivayet ediyor. 

61. Nefsi için arzuladığı şeyi kadeşi içinde arzulamassa iman etmiş olamaz. Demek ki müminlere karşı mürüvvet ve muhabbet, Allah'a iman eden insanları sevmek hüsn-ü ahlâktır. Bu hüsn-ü ahlâkı Resuli Ekrem imanın muktezası sayıyor. İman etmiş olamazsınız diyor ve yine Resuli Ekrem imanın muktezası sayıyor. “ Men kâne yüminü bi’l-yevmi’lâhiri felyükrim dayfeh” Muttefekun aleyh, Buhari, Müslim rivayet ediyor. Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin. Demek ki civanmetlik, demek ki cevatlık gibi, sehavet gibi güzel ahlâklar, güzel huylar imanın muktezası oluyor. İmanı olan kimse yapacak, Allah'a ve ahiret gününe imanı olan. Demek istiyor ki Resuli Ekrem sahî olur, cömert olur inandığı nisbette malını dağıtır müminlere Allah yolunda infak eder. Yine Resuli Ekrem Muttefekun aleyh hadiste ifade buyuruyor. “Men kâne yüminü bi’l-yevmi’lâhiri felyeku’l-hayran ev liyesmut.” Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, kim mümin ise ya hayır söylesin veya sussun. Ya hayır söylemek veya sukut etmek boş lakırdı etmek su-i ahlâktır. Fena sözler söylemek su-i ahlâktır. Fuzuli konuşmak su-i ahlâktır. Konuştuğu şey semere getiryorsa bu hüsn-ü ahlâkın muktezasıdır. 

62. Öyleyse Resul-i Ekrem yine hüsn-ü ahlâkı imanın muktezası sayıyor ve böylece sui ahlâk nifakın gereği olarak kalıyor. Netice-i kelam mümin tefekkür ve tedebbür eden insandır. Münafık ulu orta, yaşayan, duygusuz ve düşüncesiz yaşayan insandır. Mümin Allah'tan çok korkan ve rahmetini çok uman mağfiret edileceğine inanan Allah'a çok itimad eden insandır. Münafık dünya adına panik içinde telaş içindedir. Allah'la münasebeti yoktur.
 
63. Mümin hayatmı ciddi bir hesab içinde yaşayan insandır. Haşyet içindedir, lağviyat, lehviyattan uzaktır. Münafık lağviyat ve lehviyat içinde eğlenceler içinde hayatını israf , itlaf içinde öldürmek için lazım gelen her şeyi yapmanın peşindedir. Mümin bütün hayatını cennet ve kcehenneme inanma havası içinde tanzim eden insandır. Münafıkın defterinde cennet ve cehennem yoktur. İki yüzlünün defterinde cennet ve cehennem yoktur. Mümin insanlığa karşı saygı dolan insandır. Dolup taşan insandır. Değil bir insanın canına kıymak onun bir saçını kopardığında Allah'a hesap vereceğine inanan insandır. İçi bozuk nifak şebekesi ise insanları hayvanlar gibi katleden insanlardır. O nifakın muktezası mertlik, civanmertlik, hak pereştilik, kılı kırk yarma, ölümü tehlike saymama ve severek ona doğru gibi fakat bu nifak şebekesine hakk-ı hayat tanınamama, bu da imanın muktezasıdır. Rabbimden niyaz ediyorum parlementerlerimizi bu imanla birer abide haline getirsin. Kalplerini donatsın. Hukuk tevziinde bulunan, adaleti temsil eden mehakim-i âliyeyi adaletle payidar eylesin. Bu nifak şebekesi karşısında onlara irade ve zireklik versin. Mukavemet bahşeylesin. Bu nifak şebekesini ezmekle onları serfiraz eylesin. Cenab-ı Hak nifak'a meşcerelik yapan memleketimizdeki vasatları kurutsun ve yok etsin. Bizi böylece aziz ve payidar eylesin. 

64. Lillahi Teâle’l-Fâtiha...

 
 
   
 

K A Y A D İ B İ__ K Ö Y Ü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol